26 Nisan 2010 Pazartesi

HEPSİ Mİ BEN ?

Ne içine sığabildim
Ne dışına taşabildim kendimin..
Anlamaya çalıştım..
Ordan oraya koşup cevaplar aradım
Kavuşmak için de koştum
Kaçmak için de..
Taa uzaklara da savurdum derinden yakınlığı
Yakınlarda da yaşadım ucu görünmez uzaklığı..
İsyan da etti şu keskin dilim
En incelikli sözleri de kalbimin iplerine onunla dizdim..
Sevgiyle de sarıldım dost yastığıma geceleri
Çaresizce yumrukladım da onu, beceremediğimde kabullenmeyi..
Birşeye ulaşmak için azimle ne yollar teptim, ne dağlar aştım, ne kasırgalar atlattım
Ama asıl, birşeyi basitçe bırakabilmek için ne yapılırın yolunu hep aradım..
Anlamaya çalıştım..
Bu sevgiye tüm pençeleriyle tutunan kim?
Bu öfleye dolanıp hırçınlaşan kim ?
Bu dolup dolup taşan kim ?
Sonra içine kamp kurup şenlik ateşi yakan kim ?
Bu kendini yazıp yazıp şaşıran kim ?
Bu ruhunu en taşkın nehirlerde sakince, hiç korkmadan yıkayan kim ?
Hepsi mi ben ?

Ne içime sığabildim
Ne dışıma taşabildim..
Vazgeçmeden ...Korkmadan... Sabırla ..
Anlamaya çalıştım..
Meğer olduğum yerde dengede durabilmek içinmiş
Bunca koşu...
Durunca anladım..
Meğer tüm bunların hepsi tek bir Ben ‘miş
İçimdeki suya yansıyan o dupduru yüzden tanıdım..

********
Canım öğretmenim Semra’ya... “Bugün yoga mat’in üzerine kimi getirdiniz ?” sorusunun ilhamıyla yazıldı...

2 Nisan 2010 Cuma

EY KENDİNİ RUTİNLERDE ZORLAYAN İNSAN !

Ey kendini rutinlerde zorlayan insan ...

Zamanı geldiğinde yürüyüp yola devam etmek..buraya kadarki seyahatin yoldaşlarından ayrırmak adımları bir noktadan sonra....zamanı geldiğinde tanıdık mekanı bırakıp tanımadık olana geçebilmek...taşınmak , taşımak kendini sürükleye, sürükleye...zamanı geldiğinde terk etmek bilip de çok iyi yaptığın şeyleri....yıllanmış ezberleri silmek defterinden, silinmeyen izleri gerekirse yırtıp atmak...yatağın öbür tarafına bile kıvrılmayı yabancılarken , tutup uyumamak sabaha kadar arada bir ve sonra yüzünü başka bir yastığa yaslamak...yüzüne oturmuş çizgilere inat bir bebek neşesiyle emeklemek yaşamın orta yerinde ... yaşayıp bırakmak ve bir sonraki anı sonsuz bir ilgiyle kucaklamak... kendi kendini defalarca hayal kırıklığına uğratıp da, bıkmadan yola düşmek kendinin peşinden... seni tanımlayan herşeyi sıyırıp soymak üzerinden ve geriye ne kalırsa yüzünü ona dönmek ve bakmak derinden... ve bununla var olabileceğini anlamak..

Nasıl birşey olurdu ?

Ey kendini harekete zorlayan insan ...

Yorulduğunu bağıran bedenin, zihnin, ruhun seni yere çarpmadan , zamanı geldiğinde durmak yerinde.... hiçbir şey yapmadan durmak...sana gelen sesleri duymak... bilmiyorum'un, bu kadarı bana yeter'in, sağlık olsun’un, elimden gelenin en iyisini yaptım’ın olağanlığının gücünde dinlenmek...zamanı geldiğinde, içine kendini koyduğun tanıdık, tanımadık tüm mekanların aynı olduğunun ayırdına varmak... rutinin o boğazına dolanan denizci düğümü söküldüğünde, belki yine aynı insana, aynı şeyleri yapmaya , aynı mekana ve aynı dostun sıcaklığına yönelmenin basit gerçekliğiyle yaşamayı seçebileceğini anlamak....

Nasıl birşey olurdu ?

Ey kendini kaybedip kaybedip, yine kendinde bulan insan...

“Salatalığın en uç bağının usulca dalından kopuşu” gibi , keskin yargıların ağırlığından, geri dönülmez sanılan kararlardan, “düzgün, doğru, ahlaklı, kabul edilebilir, yeterli” olma tanımlarının boyunduruğundan ve arsız, doymak bilmez zihnimizin hiç durmadan yükselen çıtasının baskısından şöööyle derin bir nefes alarak özgürleşmek....

Zamanı geldiğinde bütün bunların oyunun bir parçası olduğunu görüp de nihayet tadını çıkartmak ....

Nasıl birşey olurdu ?