31 Aralık 2009 Perşembe

NİYE ?

2009’un son güneşinin batışını seyrettim bugün..
Uzun uzun seyrettim..
Yaşantımın tümü ordaymış gibi seyrettim....
Hayallerimi seyrettim..
Yarattıklarımı seyrettim..
Saçlarımı, ellerimi, gözlerimi, vücudumun , ruhumun farkına varmadığım köşelerini seyrettim..
"Ne yapmak istedin de yapamadın Dicle" dedim kendi kendime..
"Seyrettiğin şu şahane güneşle birlikte batırmak isteyeceğin hiçbirşey yok hayatında
Ne şanslısın..
Yaşamının her anını bu farkındalığa adadın ..
Gelip geçen bulutların arkasına takılıp kaybolmadın..onları selamladın..
Varlığının gerçek amacını yaşadığını hissettiğin anlarda sessizce durmayı başardın..
İçine kendini sokuşturduğun kabına sığamadın da, şükürler olsun ki taştın.."
Delirdi renkler gökyüzünde gözlerimin önünde..
Çılgınlar gibi karıştı maviler, beyazlar, kızıl sarılar , kırmızılar birbirine..
Benim gözlerim de coştu renklerin pervasız neşesiyle..
Ben şimdi size soruyorum..
Bu kadar sevgiye yer var demekki yüreğimizde..
Öyleyse sevsek ya sevebildiğimizce..
Yeni yılın ilk güneşiyle hem de ..
Korkmak , kaçmak niye ?

18 Aralık 2009 Cuma

SEN İYİ BİR DOSTSUN !

Sizin hiç, cevapsız sorularınızdan sizi uzak tutan bir dostunuz oldu mu hayatta?
Size o soruları sormayı unutturacak değil ama,
Sormaya gerek duyduğunuzda, yakınınızda olduğunu hep hatırlatacak biri..
Bilmem lazım, dediğinizde size kendi bildiklerini anlatıp
Orda bırakmayı bilecek kadar derinliğin ayarını bilen biri...
Anlamıyorum, diye inlediğinizde siz
Herşeyi anlayamayız, diyecek kadar basit ve içten bir yürek
Sizinle oturup, bir kadeh aşk, bir kadeh umut, bir kadeh hüzün içecek.
Sizinle oturup, hiçbir şey konuşmadan paylaşmayı bilecek..

Sizin hiç sizdeki güzellikleri, siz daha onları tam doğuramadan önce, gören bir dostunuz oldu mu hayatta?
Siz gözünüzü hiç doymazcasına oraya buraya şuraya dikmişken
Yakanızdan tutup tutup sizi şu ana getiren
Siz yavaşlarken size eşlik edebilen biri..
Kendi yalpalamalarını bazen size bile duyurmadan yaşayan
Sizin iyi olmanızla iyi hissedebilen
Ağrıdan kendinizi kaybettiğiniz bir gece,
Gözlerinizi kapattığınızda yanınıza gelebilen
Elini gerçekmiş gibi sırtınızda hissettiğiniz biri..
Siz sayıklarken hasta yatağınızda , gelen konuklara gülümseyip kolonya ikram eden cömert bir yürek
Sizinle orda karanlıkta durup “Bu da Geçti” diyecek.
Sabahına kalkıp pencereden sizinle güneşi seyredecek..

Sizin hiç, sizi “siz”den korumaya çalışan bir dostunuz oldu mu hayatta ?
Dokunursanız cayır cayır yanacağınız o sobanın etrafına yüksek engeller kurup da
Sizi cesaretlendiren başka yollarla ısınmaya..
Hayatın tek yaşama biçiminin yanıp kül olmak olmadığını anlamanızı, siz fark etmeden kolaylaştıran,
Tükenmeden de hayatta kalabileceğinizi size önünüzde hazırmışcasına buldurtan,
Sabrı fark etmeden doğal yollarla size yaşatacak şekilde,
Hayata başka başka kanallar açmanıza rehber olan....
Ve tüm bunları içgüdüleriyle yapan
Susmayı bilen
Sezdiğini hissettirmeden
Sana sen olmaya çalışırken hiç yargısız, gönüllü katlanabilen
Ve gözünün içine bakıp “ben zaten bir gün gelip bunu göreceğini biliyordum..” diyebilen
Bir dostunuz oldu mu hiç sizin bu hayatta?

Arayın onu bugün
Arayın ve “Sen İyi Bir Dostsun”diyin kulağına
Ve kutlayın hayatın size getirdiği herşeyi
Bugün biri sizi aradığında..

** Dicle’nin Seval’ine, Özdemir’in Semih’ine, Sinem’in Pınar’ına, Emin’in Naci’sine, Pınar’ın Nurgül’üne, Arda’nın Yıldırım’ına, ama en çok, bu yazıya ilham olan, Evren’in Caner’ine yazıldı....isimleri sıralanamayacak kadar çok olan tüm dostlarımıza bu yazı selam olsun...

16 Aralık 2009 Çarşamba

SEVMEDİKLERİM HIRPALAR BENİ !

Sevmediğim çorbayı zorla içmek
Sevmediğim biriyle sohbet etmek
Sevmediğim “best seller” dedikleri bir kitabı okumaya çalışmak
Sevmediğim işi para kazanıyorum diye meslek edinmek
Sevmediğim davranışlarımı durmadan tekrarlamak
Sevmediğim kadınla güvenli diye beraber olmak
Sevmediğim adamla daha iyisi can sağlığı diyerek beraber kalmak
Sevmediğim yoldan her gün geçerek evime gitmek
Sevmediğim halde yemek yapmak
Sevmediğim , o hançer kelimeleri söylemekten vazgeçememek
Sevmediğim şeylerin hepsi
Hırpalar beni...

Sevdiğim spora, hobiye, düşe yeterince vakit ayıramamak
Sevdiklerimle yeterince sık buluşup paylaşamamak
Sevdiğim yerlere yapacağım seyahatleri bir türlü planlayamamak
Sevdiğim kadının pervasızca peşine düşememek
Sevdiğim adamın yakasını tutup kendime çekememek
Sevdiğim şarabı her akşam yudumlayabilecekken, kalkıp açmaya üşenmek
Sevdiğim davranışları, acemi bir öğrenci olmaya burun kıvırmadan, bolca deneyip de, bunun beni değiştirmesine kendimi terk edememek
Sevdiğim sözcükleri utanmadan defalarca sevdiklerimin kulağına fısıldayamamak
Sevip de yapamadığım şeylerin hepsi
Hırpalar beni...


Sevdiklerim çoğaltır beni
Acıtır bazen delice, sevdiklerimin peşine düşmek
Ama diriltir aynı zamanda varlığımı
Zor denemeler yapmayı, düşüp düşüp yerden kalkmayı gerektirir
Zorlar beni evet, zor kararlar gerekir çünkü bazen
Ama büyütür aynı zamanda aldığım bu kararlar beni
Güvenli olanın, tanıdık olanın, kabul edilebilir olanın baskısı yoldan döndürür bazen, evet
Ama farkında olduklarım, bırakmaz peşimi
Sevdiğim birşeyi yapıp da “koskocaman” olmanın tadını her keşfettiğimde
Sevdiğim kadına kuralsızca , tüm benliğimle dokunmanın kokusu ellerime her yerleştiğinde
Sevdiğim adama dönüp “Gel(me)” diyebildiğimde
Bunları yapabildiğimi görmek
Uçurur beni
Uzaklara uçurur
Ve gelir, kendi yüreğimin merkezine sapasağlam yerleşip, keyifle otururum..

12 Aralık 2009 Cumartesi

İNSANIN KENDİNE BORCUNU ÖDEMESİ LAZIM !

Hazır değilim diyorsun belki.. karşı çıkmaya gönüllü de değil gibiyim zaten .. kimse dokunmasa sadece, diyorsun ama, öyle yaşamıyorsun işte.. herkes ve herşey sana dokunabiliyor, incinebiliyorsun, omuzlarını içe döndürüp kendini sarmak sarmalamak istiyorsun.. sırt kaslarını kalınlaştırmak ve bazen o kasların içine gömülüverip, kimsenin seni bulamayacağı bir sığınağa saklanır gibi içine kaçmak istiyorsun...

“Hayattan bana düşen” dediğin, bilindik roller kadarıyla yaşarsan, az üzülürüm sandın en başta... Yaşamının bir santimetresi bile senin iznin olmadan değişmesin diye neler neler yaptın yol boyunca.... sadece doymak bilmez güvenlik açlığına uşaklık eden mecburi yetinmelerin hareketsizliğinde, huzuru arıyordun oysa..üzülmemek, boğuşmamak, koşuşturmamak, savaşmamak, sadece olmak, öylece olabilmek istedin aslında..

İstemediklerin gün be gün tekrar ederken, asıl yaşamak istediklerine kaçamak mı yapıyorsun hala...“korunaksız” hayatının içerisinde, aslında tek “korunan” şey olan bu gidişe karşı başkaldırman gerekiyor oysa.. ama hazır değilim diyorsun belki kendine, ısrarla...

Ne istediğimi de bilmiyorum ki zaten, diyorsun belki...cevabım olsa yürüyeceğim üstüne tüm korkularımın ama.. neden öyleyse şimdilerde içini bir şüphe aldı , anlamsızca.... fısıldıyor tüm rüzgarlar kulağına, “ya çok geç olursa”..

-Ya çok geç olursa ?
-Neye geç olursa ?
-Kendime söz verdiğim tüm o şeyleri yapmaya.
-Seni tutan ne, kendine koyduğun sınırlardan başka?
-Yapmam gereken şeyler var.
- Senden hayat bu kadar çok şey istemiyor desem sana..hiçkimse istemiyor aslında....

Harekete geçmeye heyecan duyamayacak kadar yorgunum artık, diyorsun belki....ama dünyaya çok yakında şunları haykırmayı planlıyorsun, bağıra bağıra ..

Artık hiçbirşeyi ertelemicem hayatımda.
Hiçbirşeyi geciktirmicem.
Hiçbirşeyden korkmicam.
Hiçbirşeyi yarım bırakmicam.
Hiçbirşeyi deli gibi planlamicam, bırakıcam aksın hayat.
Acıtırsa acıtsın.
"Mükemmel" olmasın varsın.
İnsanın kendine borcunu ödemesi lazım.

11 Aralık 2009 Cuma

HEYYY KALBİM.... AHHH KALBİM......

Dün akşam dolaplarında sakladığın kelimelere uzandım, teker teker çıkarıp, ağır ağır okuyup, uzun uzun düşündüm.... yarattığın , yaşadığın, sakladığın hikayelere bakıp bakıp, sana üzüldüm....sana kızdım.....sana şaşırdım...

Bu kadar şey içine nasıl sığdı senin?... Her yeni koyduğunu, bir sonraki gelen mi, yoksa sonradan geleni önceden koyduğun mu kapsadı ? ...Şimdi söylenenler mi en gerçek, dün yazdıklarının içindeki miydi hakikat ?... Seni, dünkü kendine, hayata kızgın, huzursuz kadından, bugünkü minnettar, hayran , tam ve bütün kadına dönüştüren, hangi hikaye ?

Sen mi benim içimdesin, ben mi senin.... Hikayeler mi senden çıktı, sen mi hikayelerden oluştun... o kelimeleri sen mi yazdırdın, o kelimeler mi seni yazdı ?

Heyy kalbim... atmaktan vazgeçmeyip, bana sunduğun her nefeste , hayatı anlamaya çalıştım...

Ahhh kalbim... her aşık olduğunda yeni birşey öğrendim kendime dair...

Heyy kalbim...seni dolup taşar sanırdım, ne koyduysa hayat, aldın.... ne verdiyse hayat sana, kat be kat fazlasıyla hayata geri saldın...

Ahhh kalbim.....Bir tane büyük aşk değil, binlerce sonsuz aşka kanatlanmak için yaratıldığını geç anladım...seni suçladım...seni reddettim...seni küçümsedim...ama neyseki, atmaktan vazgeçmeyip, bana sunduğun her nefeste, kendimi keşfe çıktım...keşfettikçe şaşırdım, şaşırdıkça meraklandım, meraklandıkça denedim, denedikçe çoğaldım...

Heyyy kalbim...kırdım seni, hem de başkalarından çok çok çok zaman önce...parçaların etime batıp da, delice akan kanın altında boğulur gibi olduğumda, çaresizlikten avaz avaz bağırdım...nasıl oldu da sabrettin, ne yaptın ettin, devam ettin...

Ahhh kalbim....sana söylediklerimi geri alabilsem, alırdım... sana sonsuz sevgiyle inandığımı söylemekten korkmazdım..şimdi yaptığımı yapardım...seni dinlerdim...sessizlikte sabırla bekle, kendi içinde, dimdik ve sessiz dur...orada kendi gerçeğinle buluşup sarmaş dolaş ol önce....sonra aç şu sıkı sıkı bedenine yapıştırdığın kanatlarını gökyüzüne...uç uçabildiğince...sev sevebildiğince...kim tutar seni ha, kim, söyle...

*****Sinem, kuşumu uçurmaya sahile gidiyorum, sen de gelsene !!

6 Aralık 2009 Pazar

VURGUN YEDİYSEN EĞER !

Hiç hazır olmadığı derinliklere beraberinde götürür mü bir acemiyi tecrübeli bir dalgıç...Götürdüğünde başlarına gelebilecek her türlü tehlikenin sorumlusunun kendisi olacağını bilmez mi... Hayatta kalsalar bile, o aceminin bir daha kendisiyle dalmaya kalkmayacağını tahmin etmez mi...

Dalışta, fazla derine gitmek değildir çoğunlukla insanı öldüren, ya da ciddi biçimde yaralayan şey.. geriye dönme yolculuğudur... bazen, hızla geri dönmeye çalışır insan...hazır olmadığı derinliklere yanına yeterince destek almadan inmiştir çünkü...oysa dipteyken yaşadığın sorunları, orda çözmen gerekir, yukarı çıkmadan önce...

Vurgun yediysen eğer hayatta bir değil, birden fazla hem de, öğrenmişsindir artık çoktan.. karşındaki tecrübeli bir dalgıç ise, sen hazır olmadan, kendi derinliğine sürüklemez seni ...bebek adımlarını sabırla izler önce.. Ama yapıyorsa eğer.. seni , sen hazır olmadan kendi derinliğine sürüklemeye kalkıyorsa.. ve sevgiden diyorsa... sevgiden....seni kaybetmekten korktuğundandır herhalde....

Anlat O’na, neden şimdi onunla gelemeyeceğini...aslında gelmek istediğini, ama bu erken dalışın ikinizin birden boğulmasına sebep olabileceğini söyle O’na...O’nun bunu anlamasını, kabullenmesini ve seni , sen acemi dalışlarını yaparken, sabırla beklemesini dile..

Ve hazır olduğunda dostum.... korkma , dal en derinlere..... sakın durma ilk tosladığında kayalara... kendini tanıdın , biliyorsun artık.. yukarıya kaçma, yüzeyde değil burada çözmelisin tüm sorunlarını en önce... derin nefesler al, yavaşla... gerçek seni kuşatacak usulca... varlığının buralara ait olduğunun , farkına vardığında, orada karşılaşacağın, seni bekleyen o insanın tut elini sıkıca...bırakma...sakın bırakma bir daha..

FARKINDA OLARAK, AKLIN BAŞINDA OLARAK, TESLİM OLMAK

Kendimi içine akıtıp bıraktığım o pozda ruhumu, kalbimin anlayamadığım özlemlerini dinlendirirken, “hiç çıkmak istemiyorum” dedim yine kendi kendime, çıkmak istemiyorum bu pozdan… dönmek istemiyorum gerçek hayata… buradaki dinginliğe dalmak ve kaybolmak istiyorum… geri dönmesem ne olur.. Halbuki çok iyi biliyorum ki, bu dinginliği her zaman, her koşulda , her yerde, nerede bulacağım bilgisine sahibim artık.. Bu bilgiyi kullanma sorumluluğunu alabiliyor muyum, bu çok sevdiğim pozdan çıkıp da adımımı dışarıya attığımda…

Hayatın içine de bu kadar gönüllü, bu kadar herşeye açık ve kabullenici, bu kadar rahat ve huzurlu akabiliyor muyum ? Hayatın beni soktuğu pozların içinde de, direnmeden, sessiz ve sabırlı, dingin ve sakin kalabiliyor muyum ?

Yogada kendimizi içine soktuğumuz o garip pozların asıl amacı , o pozların içine girip, poza direnmeden, pozun içinde kendimizle savaşmadan, nefesimizle buluşmak ve nefesle birlikte akarak ,o pozun içine sessizce oturmak, sessiz kalmanın içerisindeki engin dinginliği yakalamak aslında… aksi takdirde tek yaptığımız jimnastik olurdu.. vucudumuzu şekillendiren bir egzersiz yapmış, ama zihnimizi şekillendirme fırsatını kaçırmış olurduk… Çünkü yoga mat’in üzerinde nasıl davranıyorsak kendimize, hayatta da aynen o şekilde davranıyoruz…kendimizi, içinde bulduğumuz durumlara direnmeden bırakabilme becerisinin, içimizde zaten var olan kaynağına ulaşmak için yapıyoruz yogayı aslında… yavaşlamak , neleri kaçırdığımızın farkına varmak için yapıyoruz…

“Eforu rahatlatır “, “eforsuz efor” sarfederiz yoga pozlarını yaşarken... O pozun içindeyken, şiddete, zorlamaya başvurmadan kolayca, istekle, akarcasına, uzarcasına, erircesine, büyürcesine aşarsın kendim sandığın limitleri... Araladığın kapının ardında bulacağın potansiyelinin sınırsızlığı kamaştırır gözlerini.. Döndüğün köşeden gördüğün manzaranın enginliği ile doldurursun tüm benliğini.. Işte burada, bu anda , bu anın sınırsız alanında, yayarsın kendini, genişletirsin genişletebildiğin kadar.. Ne kadar genişleyebildiğine , ne kadar coşkuyla dolabildiğine,ne kadar kendinle barışabildiğine , ne kadar dinginleşebildiğine şaşırırsın .. Defalarca , her pozda , şaşırtırsın kendini… ve sonra poza teslim olmanın rahatlığına bırakırsın kendini…

Teslimiyet , farkında olarak, aklın başında olarak, bilerek ve isteyerek teslim olmak , yaşam akışına karşı koymak yerine, ona izin vermektir….basit, ama çok derin bir bilgeliktir…yogayı da, bu bilgeliği, en içimizde zaten var olduğu yerden çekip çıkarmak için yapıyoruz aslında….

Bilmek sorumluluk ister… Bir kere “bilmek” noktasına geldik mi, artık sadece ileri doğru gidebiliriz, “bilmeme” ‘nin kibirli rehavetine geri dönemeyiz artık…Ama bilmek yetmez… Bu bildiklerimizle yapabileceklerimizin, yaratabileceğimiz güzelliklerin potansiyelinden korkup kaçmazsak eğer, işte o zaman , hayatın içine gönüllü, herşeye açık ve kabullenici, rahat ve huzurlu akabiliriz…Hayatın bizi soktuğu tüm pozların içinde de, direnmeden, sessiz ve sabırlı, dingin ve sakin kalabiliriz…

İçimde bu sözleri ben bulmadan çook önce, her Cumartesi yüreğime fısıldayan canım öğretmenim Semra'ya, derin , çok derin sevgimle..

2 Aralık 2009 Çarşamba

BU DA GEÇECEK..

O’nun şu an yalnız kalmaya, başına gelen bu şey’i anlamaya, hazmetmeye ve ayakta kalmak için içinde biryerlerde güç bulmaya ihtiyacı olduğunu biliyorum..Bense sadece saf enerjimle gücüne güç katmak için O’nun yanında bir askılık gibi bıkmadan, usanmadan duracağım.... hiç bıkmadan, öylece duracağım ve O’nun içinde zaten var olduğunu bildiğim, bedenini ve ruhunu iyileştirme gücünün içinden fışkırması için dua edeceğim...

Ben Doktor olsaydım eğer, yaşamı sürdüren , hastalıkları iyileştiren gücün O’nda zaten var olduğunu söylerdim.. Gözlerine şefkatle bakar, gülümserdim..Zamana ihtiyacın olduğunu, bunu anlamaya çalıştığını biliyorum derdim.. Bazen anlayamayız derdim.. Yaşamamız gereken şeyler vardır, yaşarız, ama eninde sonunda bunlar geçer derdim.. sabret derdim.. Ben Doktor olsaydım eğer, benim gözlerimin içinde hayatı arayan gözlere hesapsızca akıtırdım şefkati....İsterdim ki orada aradığı hayatın kendi gözlerinden pırıl pırıl yansıyışını fark etsin... Ben Doktor olsaydım eğer, evet tüm tıbbi açıklamaları yapardım O’na, ama incelik katardım konuşmalarıma, yanındayım derdim.. tıpkı seni çok seven tüm insanların gibi.. ben de burdayım, yanındayım.. gel hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapalım...

Herşey insanlar için ve evet, yaşam bize bizim başımıza hiç gelmeyeceğini sandığımız şeyler getirebilir bazen.. Üzüntüler, hastalıklar, ayrılıklar, ölümler filmlerde olmaz sadece, yaşamdadır onlar, yaşamın taa içindedir...biliriz de, öyle yaşamayız nedense... masalarda konuşuruz, yanımızda oturanın ne yaşamış olabileceğini hayal bile edemeyiz...Yaşamlarımıza getireceğimiz azıcık inceliğin yanımızda oturan o hiç tanımadığımız acıyı iyileştirebileceğini görerek şaşırabiliriz...ve bir gün, aynı inceliğin bizim yaralı bedenimizin, incinmiş ruhumuzun üzerine yumuşacık serilişine tanık olabiliriz..... hayata ne veriyorsak, onu alırız çünkü...

Arkadaşlar , sevmek , evet her zaman lazım, ama asıl bugünler için iyileştiricidir.. Mutluluğu paylaşmak da beceri ister çoğu zaman, ama, acıyı paylaşmada çoklukla acemi olan ruhumuzun tutukluğu tıkarsa önümüzü, acıları paylaşarak azaltabileceğimize, hiçbir şey yapmadan da O insanın iyileşmesine yardım edebileceğimize inancımız olmazsa... yalnız kalmak istediğini söyleyen O ruhun yamacında yerleşip, sadece o hüzünlü yüze sevgiyle gülümseyebilecek olmanın değerini göremezsek eğer, çok yazık olur..

Evet Arkadaşım... Bunu yapacağım.. sadece saf enerjimle gücüne güç katmak için senin yanında bir askılık gibi bıkmadan, usanmadan duracağım.... hiç bıkmadan, öylece duracağım ve senin içinde zaten var olduğunu bildiğim, bedenini ve ruhunu iyileştirme gücünün, içinden fışkırması için dua edeceğim...sonra o suların altında hep birlikte yıkanacağız , inan bana....tüm bunlar gelecek , yaşanacak ve geçip gidecek.... Geçip , gidecek....

Bu yazıyı Marmara Üniversitesi Genel Cerrahi Prof. Dr. Özdemir Aktan’ın 10 yıl önce bana hesapsızca sunduğu şefkatin, hala içimde, çooook derinlerde taşıdığım sıcaklığının ilhamıyla yazdım.... O’nu, kalbime sonsuza kadar yerleştirdiğim derin sevgimle selamlıyorum tekrar, minnetle..