25 Temmuz 2010 Pazar

NEREYE ? NİYE ?

Nereye savruluyorsun yine kalbim ?
Niye savruluyorsun ?
Gitmek istediğin yerler var biliyorum
Görmeden ölmek istemiyorum dediğin yerler
Anlıyorum
Hadi git o zaman diyorum sana
Duruyorsun yine kalbim
Susuyorsun
İyi yapıyorsun aslında
Öğrendin şu geldiğin yol boyunca
İçine hapsolduğun o otomatikleşmiş tepkilerin, kalıpların hepsi çok büyük zarar , en başta da sana
Tutsaklığının tüm nedenleri senin içinde , biliyorsun
Özgürleşmek için susuyorsun aslında
Anlamak için susuyorsun
Yenilmek istiyorsun, düşmek o seni peşine düşürmek isteyen arzularının, zaaflarının, korkularının önünde
Hiç utanmadan hem de
Ellerini dayamak toprağa
Gözyaşlarını serbest bırakmak sonra
Özgürleşmek, hiçbir yere gitmeden hem de, hemen ve burada
Ve neticede tüm olanı biteni anlamak için
Haklı olmak için değil asla..

Nereye savruluyorsun yine kalbim ?
Niye savruluyorsun?
Dokunmak istediğin güzellikler var biliyorum
Doya doya koklamak istediğin çiçekler şu koca dünyada
Hiç telaşsız dolaşmak istediğin sokaklar, bazılarında kaybolsan da
Anlıyorum
Hadi yap diyorum sana
Duruyorsun yine kalbim
Düşünüyorsun
İstediğin her anı böyle yaşayabileceğini anlayacak kadar derine inip
Orada kendine içeriden dışarıya şöyle bir baktığında, susuyorsun
İyi yapıyorsun aslında
Öğrendin şu geldiğin yol boyunca
Sen
Her zaman ve her yerde
Sınırsız sevgi üretebilecek , sonsuz derin bir kaynaksın
Bu inişlerin çıkışların
Bu kalkışların düşüşlerin
Bu savruluşların
Kabul edemesen de
Hepsinde sen var’sın...

Diyorsun ki yoruldum, nereye ?
Diyorsun ki, yeter, niye ?
Kafanı kaldırıp da bir baksana sen de
Kuyruğu sallana sallana yol alan rengarenk bir uçurtmasın sen göklerde !

18 Temmuz 2010 Pazar

DeNGe

Yıllardır kendimi “iyi”leştirme yolunda yogadan, yoga felsefesinden, uzakdoğunun kadim öğretilerinden, kurslardan, seminerlerden , batı dünyasının son derece cömert kalplerinin yazdığı bilgelik yüklü kitaplardan , kendi kişisel gelişim yolunda mucizeler yaratmış ve yaratmakta olan dostlarımla sohbetten destek alırken bir şeyin giderek daha derinden farkına vardım... bazılarımız açık açık, bazılarımız gizliden gizliye şu soruyu soruyor sanki... DeNGe'de olmak, sıkıcı olmak mıdır ?

Çelişkili görünebilir belki.. Ama günlük hayata yerleşmiş tanımlamalarımızda, DeNGe'ye değer veren bir yan da var.. Koşturarak, sürekli bir yerlere yetişmeye çalışarak yaşamayı normalleştirdiğimiz bu koca dünyada, DeNGe önce aranır (“Dengemi Arıyorum”), bulunmak için (“Dengeni Bulmalısın”), bulunduğunda da iş bitmez, onu korumak gerekir (“Dengemi Korumaya Çalışıyorum”) çünkü orada kalmak çok zordur (“Dengede Kalmalıyım”). Dağa çıkıp herşeyi terkedecek değilsindir tabi ama...

Burdan şu sonuç da çıkarılabilir .. o zaman, DeNGe arada bir gidilip dinlenilecek bir yer’dir... sonra da yaşam’aya tüm heyecan’ıyla kalındığı yerden devam edilecektir... yaz tatiline çıkmak gibi :-)) Peki , hani gidip de dönmek istemediğimiz yaz tatilleri vardır ya, onlar sıkıcı mıdır ?

En kötü ihtimalle geceleri, sadece nefesimizin sesiyle yatağımıza yatmış bir anlığına tavanı seyrederken , bir anlığına düşüncelerin , duyguların üzerimizden sadece geçip gitmesine izin verirken ve o derin anlardaki sessizliği anlamaya çalışırken yanınıza gelir DeNGe.. siz sessizlikte bir gariplik olduğunu düşünmekle meşgulken, elinizi tutar, omzunuza atar kolunu ve kulağınıza fısıldar “ sakinsin... sakin, huzurlu ve burada'sın.. derin bir nefes al.. bırak tüm düşüncelerin gökyüzündeki bulutlar gibi akıp gitsin.. seyret onları olduğun yerde.. derin derin nefes al.. şu an yapılacak hiçbir iş yok..yerine getirilecek hiçbir sorumluluk yok.. sakinsin.. rahatsın.. huzurlusun.. burada'sın....ve herşey yolunda...” Sonra sabah kalkıp nereye gideceksek oraya giderken, yolda düşünmez miyiz ? Neden yanımda götüremiyorum dün akşamki ziyaretçiyi sanki ? Yoldaşlığından sıkılır mıydık alsaydık yanımıza ?

Bizim normalleştirdiğimiz dünyada, doğal olduğunu düşündüğümüz yolların hiçbiri sessizliğe, o tarifsiz , derin dinginliğe çıkmıyorsa, yol kenarındaki ağacın çiçekle donanmış yapraklarına çevirdiğimizde gülümseyen yüzümüzün gevşeyen bütün kaslarında, saçlarımızı savuran rüzgarın serinliğinde, gözü kapalı dinlediğimiz müziğin yumuşak kollarında ona tekrar rastlarız, o da ancak günün kaçamak vakitlerinde... ne güzeldir o an’ların kollarına bırakmak varlığımızı.. keşke deriz, kaçamak yapmasak , hep, her zaman birlikte yaşasak bu sevgi.li.yle... kaçamak'lık bitip de, bir'leşsek o sevgi.li.yle, sıkılır mıyız sonunda acaba ?

Hepimiz içgüdüsel olarak orayı biliyoruz aslında....Kimileri için oraya gitmek, orada kalmak daha kolay ve doğal görünüyor...O tarz insanlar için de bazı tanımlamalar geliştirmişiz... Kanatsız melektir onlar.... Peygamber gibidirler.... Kadın ya da erkek gibi bile göremeyiz bazılarını, o kadar cinsiyetsiz meleğimsi varlıklar olurlar gözümüzde... Onların, bizim gibi sıradan :-) insanların yaşadığı çelişkilerin, savrulmaların , yorgunluk ve bıkkınlıkların hiçbirini yaşamadığını bile düşündüğümüz olur..... Hadi itiraf edelim, tanımadığımız halde o insanların azcık sıkıcı olduklarını, onların hayatının renksiz olduğunu bile düşünebiliriz...

Kendiyle incelikle dalga geçenlerin rengarenk esprilerini gözden kaçırabiliriz... Derin bir meditasyon anında “Who am I ? (Ben Kimim?)” diye soran bir öğretmenin hemen ardından “I don’t know , I don’t know (Bilmiyorum, bilmiyorum !)” diyişinden sonra odada kopan kahkahayı görmeden, meditasyonun başlarda bunaltıcı, basit ve tekdüze gelebilen ilerleyiş yolundan sıkılıp “ bana göre değil” diyip cayabiliriz... ne manastırlarda yaşayan ne insanlar ne duygularıyla boğusurlar, tahmin bile edemeyiz...

Siz bu tarz insanların (kendini DeNGe'yi, özgürlüğü bulmaya adayanlar diyorum ben onlara) yanında hissettiklerinize hiç dikkat ettiniz mi....Ben ettim....Kendini dersine çalışmaya adamış, yaşamın tüm olanaklarının farkında olan ve öğrenmeye tutkulu o insanların yanında ben “coşku” hissediyorum... Yaşam coşkusu... Öğrenme, büyüme ve etrafıyla paylaşma coşkusu...

Yaşamımıza DeNGe'yi getirmeyi öğrenmeye başladığımızda, içimizde olanları izlemekle meşgulüz en başlarda...sonra merak etmeye başlıyoruz... yanımızdakiler ne hissediyor acaba... onlara da olumlu yansıyor mu içimizde hissettiğimiz bu dönüşüm... Onların yaşamına da “coşku” getirebiliyor muyuz ? diye sorma noktasına geliyoruz..

Yaşamıma coşku’yu DeNGe'de hisssettiğim zaman davet edebiliyorum ben.... Ve bakıyorum da, o zamanlarda, etrafımdakilere de , yaşamlarına coşkuyu davet etmede ilham olabiliyorum...Ben diyorum ki, DeNGe'de olmak, yaşamı coşkuyla yaşamak , gerçek potansiyelini coşkuyla yaşamak ve etrafla bu coşku'yu sınırsız bir sevinçle paylaşmak olsa gerek... DeNGe'de olmak tüm yaşamı o gidip de dönmek istemediğimiz yaz tatili gibi yaşamak olsa gerek...DeNGe'de olmak o yol arakadaşıyla, bizi içinde yaşadığımız an'ların güzelliğiyle buluşturan o gezintiye sık sık çıkmak demek olsa gerek... DeNGe'de olmak o sevgili'ye tutunup Nehir'in öbür yanına atlamak olsa gerek...Sıkıcı mı ? Tüm bunlardan daha ilginç ne olabilir hayatta ?

Soruyu biraz değiştirerek soralım kendimize....İçimizdeki dengeyi , o muazzam “orta”da duruş’u, yukarıdan herşeye yorumsuz , kişiselleştirmeden , saplanıp kalmadan bakabilip, olduğu gibi algılayış’ı , yaşam amacını keşfedip o yola kendini kaygısızca bırakış’ı hedeflemek size zor ve ulaşılmaz mi geliyor ? Deneyip, deneyip beceremediğinizi gördünüz de, geri mi çekildiniz defalarca ? Sadece şu peygamberimsi, meleğimsi varlıkların becerebilecekleri tarzda bir iş mi bu sizce ?

Soru asıl buysa, büyük bir yük kalksın üzerinizden.... çünkü bu soruyu sorup da cevabı merak ettiğimiz anda, geri dönüşü olmayan bir yoldayız demektir...içinizdeki , hep yargılayan, sorgulayan, analiz eden, hiç beğenmeyen, güvenmeyen, söz’de sizi koruyan o “ikinci ses”’e HAYIR diye seslenerek başlayın yolculuğunuza .. Şüphe’nin boynunuza takılmış kemendini çekip çıkarın..

Yol’a koyulalım..

Evet, farklı yollardan gideceğiz kendimize..

Yol’umuz uzun ve bizim içimizde...

Ama hepimiz aynı yere varacağız... o Dağ Gölü’ne...

Ve yalnız değiliz.... Sevgiyle, hoşgörüyle, açık bir kalple , korkusuzca sarılırsak eğer birbirimize..

14 Temmuz 2010 Çarşamba

DAĞ GÖLÜ

Başımı kaldırıp tam gökyüzüne açmıştım ki yüzümdeki gülüşü
Kalbimden boşalırcasına yağmur başladı o anda
O yağmura tutulduk seninle
Islandıkça bu yağmurda
Kuruttuk sanki
Artık açık adresi olmayan tüm acılarını korkuların

Ben ellerimi açıp damlalardan azcık yardım istedim
Sessizlikte olanları affetmeyi öğrenmem lazımdı
Sensizlikte kendime yaklaşmayı öğrenmem lazımdı
Gözlerim kapalıydı, senin ne yaptığını göremedim
Bekledim , yanında öylece yağmurun geçmesini bekledim
Bekledim, yanımda öylece yağmurun geçmesini beklemeni istedim

Güneşe rastlamadan hemen önceydi elimi tutuşun
Yoksa ben mi seninkini tutmuştum, fark edemedim
Kaldığım yerden, hiç acele etmeden yine gülümsedim
Bu kez gökyüzü maviydi, ellerin sıcak, bense sakin bir dağ gölü gibiydim
Aslında hep öyleydi de, ben mi daha önce hiç dikkat etmedim
Bunun için ben ne kadar çok beklemiştim
Bunun için hayat beni ne çok beklemişti, bilemedim.

Sen göle eğilip baktın SEVGİ.Lİ.M
Beni gördün , sanki ilk kez gibi hem de
Dibe çökmüş tüm taşı, toprağı, kiri, çöpü ile
Sakin ve serin , tertemizdim.

Ben de seni gördüm SEVGİ.Lİ.M
Sanki ilk kez böyle , ben gibi hem de.
Aydınlık, berrak ve çok zariftin.

Ne çok sevindim SEVGİ.Lİ.M. Ne çok sevindim.

******
Her birbirimizin içinde bir dağ gölünün olduğuna inanıyorum..Birbirimizi, fırtınalara tutulmuş, çırpıntılı, bulanık, hırçın hallerimizle yargılayıp yalnız bırakırsak, en çok kendimiz yalnız kalırız sonunda..o dağ gölüne giden yolda birbirimize ihtiyacımız var..bu işi bir başka hayata falan bırakmayalım..şimdi vakit varken, tutalım, tutunalım..

7 Temmuz 2010 Çarşamba

NEHİR !

Sana tutunup nehrin öbür yanına atlamak istedim. Kolların benim bulunduğum yere ulaşıp da beni çekip saklandığım ağacın kovuğundan çıkardığında, sana aşkım güneşle birleşip gözünü kamaştırdığında, ben senin yanına geldiğimde, o zaman tutacaksın ellerimden, çekeceksin beni iyice kendine ve diyeceksin ki :

“Yolumuz uzun”

Ve ben tüm yükümü nehrin o yanında bırakıp, seninle yürüyeceğim.

Nereye gideceğimi değil, kiminle yürüdüğümü düşüneceğim sadece. Yaşam ateşim seninkiyle birleşip parlayacak ve bizi sevenler bu ışığı gördüklerinde bizi anlamayı isteyecekler.

Nehir akmaya, biz yürümeye devam edeceğiz..

Elimi avucunun içine koyacak, kalbimi göğsüne bir çiçek gibi iliştirip saçlarımı boynuna asacağım. Rüzgar yürürken kokunu başka yerlere savurmasın diye tüm esintilerde seninle aynı yünde sallanacağım.

Yolumuzun üzerinde her çeşmeyle sana su, her ağaçla sana meyve, her çimenle sana yatak olacağım. Yıldızlar çıkacak geceleri yolumuza ve ben sana sevinçten sımsıkı sarılıp, fısıldayacağım :

“Sadece şu an için bile olsa, gelirdim”

Sen benimle yürürken kendi yolundan geçeceksin, ben seninle yürürken kendi yolumdan gideceğim.

SEVGİ.Lİ.M

Yollar , nehirler, rüzgarlar, ağaçlar , çiçekler bizi birbirimize kadar getirmişken, duraksamayacak ve sana tutunup nehrin öbür yanına atlayacağım.

Nereye gideceğimi değil
Seninle yürüdüğümü bilmek
Yetecek.

*******
Canım Özlem'im, yol arkadaşım, can arkadaşım... Doğum günün, hayatımızdaki varlığın hepimize kutlu olsun !! Aşk'la yürü yaşam yolunda, güneşi her yandan hisset damarlarında...derinden seviliyorsun, hiç unutma, hep hatırla..