21 Aralık 2010 Salı

YETMEZ !

Sevmek yetmez kavuşmalara,
Hatta kavuşmalar yetmez yanlızlığın son bulmasına
Uzanıp tutmak ellerinden bir insanın
Bilincin tümüyle açık, isteyerek, başka hiçbirşeyi bu kadar istememişsin gibi hem de
Bakmak o bekleyen gözlerine
Duraksamadan girmek o gözlerin içine , orda oturmak cesaretle
Ve o gözlerin neler gördüğüne bakmak içeriden
Başını hiç çevirmeden hem de..
Kendi hoyratlığına bakmak belki
Ya da sonsuz , yumuşacık şefkatine
Kendi bencilliğine rastlamak orada
Açık bir kalbin sevdiğine cömert sarılışına ya da..

Hazır olmak istiyorum demek yetmez hazır olmaya
Keşke’li sayısız başlangıçlar yetmez birlikte kalmaya..
O gözlerin bizde gördüklerini,
Değiştirmek istiyorsak eğer, samimiyetle, vallahi de , billahi de,
Hemen başlamak,
En yakın bir yerden hem de..

Başlamak hemen ,
Özür dilemeye..

Sevdiğini söylemeye,
Gözlerini kaçırmadan, ayakların başka lafların süsüne püsüne dolanmadan önce..

Yeminli sevdiğini bir daha ihmal etmemeye,
Yaşadığın her güzelliği ve zorluğu,
Güneşin ışıklarını ve fırtınanın zalimliğini o insanla paylaşmayı denemeye..

Onun seninle paylaşacaklarını dinlemeye,
Gerçekten yüreğin merak ederek hem de..

Ve sonra,
İçinde akmaya başlayan güzel sularda yıkanmak, acelesiz, saatlerce
Seni hesapsızca saran sevginin kucağında dinlenmek, sereserpe..

Bunların getireceği olgunluk denen şeyin
Seni “canlı, renkli, meraklı ve maceracı” ruh olmaktan koparmanın tersine,
Tam da böyle biri olmaya doğru götüreceğini anlamak için
Yaşam suyunun yüzlerce kez üzerimizden akmasını beklemeden
Hemen başlamak,
En yakın bir yerden hem de..

Bir tek hayat tabi yetmez, çünkü bahaneler tükenmez,
Vücudun her kasını ayrı ayrı çalıştırıp güçlendirsek de,
Tüm bunlara tabi yetmez,
Öz suyumuzu içimize pompalayan kalbimizin kasları
Dinlemek, duyup kabul etmek ve değişmek için yeterince güçlü değilse eğer.

11 Aralık 2010 Cumartesi

ASLINDA !

Sende bıraktığıma hayıflandıklarım, bana ait olanlar değil,
olmayanlardı aslında..
Kendimi alıp götürdüğim yer, senden çok uzakta değil,
yanıbaşındaydı aslında..
Arzuyla uzanıp da tutamadıklarım, bana gerekenler değil,
nafile inatların nesneleriydi aslında..
Bildiğimi sandıklarım, gerçekten anlamaya ihtiyacım olanlar değil,
işime hiç yaramayanlardı aslında..
Üzülmem, değerli olanı kaybetmekten değil,
elde edememenin hırçınlığındandı aslında..
Beni bırakma demem, gidişimi engellemen için değil,
gelişime yardım etmen içindi aslında..
Kırgınlığımın nedeni, senin yaptıkların değil,
korkup da yapamadıklarındı aslında..
Geldiği gibi öylece sevmek , yanlışı sevme ihtimaline rağmen,
kanatların altındaki rüzgardı aslında..
İçine alamamak , ama dışarıda da tutamamak,
hiç olmaz, anlaşılmaz değildi aslında..
Tüm bunlar, tamir edilemez olduğumuzdan falan değil,
insan olduğumuzdandı aslında..
Uzun sürdü anlamak, ama olsun,
Korkuların sürgüsünü yerinden oynattık ya..
Bir dahaki sefere neden açılmasın aslında..

16 Kasım 2010 Salı

BANA DOKUNDUN, YİNE BENİ DOĞRULTTUN !!

Bugün hayatınıza dokunan kimse oldu mu ? Siz buna ihtiyacınız olduğunu bile algılamaktan aciz, yorgun öylece durduğunuz bir anda, birisi size “bugün sormak içimden geldi... iyi misin ?” dedi mi ? Ve siz bir anda vücudunuzun, ruhunuzun dirilmeye , doğrulmaya başladığını fark ettiniz mi hiç ? Sonra, ben bunu senin için yapabiliyor muyum, sorusunu sordunuz mu karşınızdakine..sordunuz bunu kendinize ?

Peki diyelim birşeylerin yanlış olduğunu algıladınız ve yardıma ihtiyacınız olduğunu kabul ettiniz..O anlarda elinize telefonu alıp, sana ihtiyacım var, diyebileceğiniz kimseniz oldu mu sizin? Zordur bunu söylemek...Zordur açmak içindeki matruşka’ları, teker teker, ne çıkacağını bilmeden içinden...Kendinizle yalnızken mi yapmayı tercih edersiniz siz ? Demek istediğim o değil..çünkü o, tümüyle dürüst değil..çıplak değil...cesur değil..Karşınızdakine konuşmaya başladığınız anda, ağzınızdan dökülenleri alelacele toparlayıp, hemen oradan kaçıp gitmek geldi mi sizin hiç içinizden ? Ve o kişi, bunları bilip, çok iyi bilip hem de, tüm bunları sessizce izleyip, nazikçe, ürkütmeden, yumuşacık ve olağan, öylesine doğal ve sıradan...sizi size anlaşılır hale getirdi mi hiç ? Ve sonra siz...içinizdeki kıvrımların boğumları arasında boğulmaktan son anda kurtulmuş gibi , olanları içinizdeki dağın tepesinde oturup seyretmeye başladığınızı fark ettiniz mi hiç ? Sonra, ben bunu senin için yapabiliyor muyum, sorusunu sordunuz mu karşınızdakine..sordunuz bunu kendinize ?

Cevapları bazen içinizi yaksa da... farkındalık diyarına girip o doyumu yaşamanın derin dinginliğine sahip olabildikten hemen sonra, nasıl olup da hızla karmaşa ve kargaşanın olduğu öte tarafa savrulduğunuzu anlayamamanın hüznü içinizi dağlasa da... karanlıkların içinize bu kadar kolayca sızabilmesine derinden içerleseniz de ... her fark ediş, anlayış, kalbinize dokunan elin sıcaklığının her hissedilişi, her af dileyiş, baştan, hep baştan ve bıkmadan her şükrediş ve iyiyi deneyiş, ruhunuzun en derinlerine doğru kulaç kulaç genişleyen her gülümseyiş, içinizdeki güzelliklerle rastlaştığınız her farkındalık anı, aydınlanmak olsa gerek... başka ne olabilir ki ?

* * * * * *
Bayramın ilk günü içimden bana dokunan tüm insanlarıma seslenmek geldi...Bana dokunan ve beni doğrultan tüm güzel insanlarıma ve özellikle bu yazıya ilham olan sevgili arkadaşım Evren’e sonsuz teşekkürlerimle !

16 Ekim 2010 Cumartesi

KENDİ İÇ SUYUMUN AMANSIZ AKINTILARINDA !

Yıkıp da hayallerimin önündeki barikatlarımı
Hiç silahsız, güvencesiz, alışkanlıksız ve sahipsiz
Öylece çıkmak istiyorum yola
İç suyumun taptaze, hesapsız akıntısında..

Size sesleniyorum, Merhaba !
İç suyum sizinkine karışıp da büyüyecek zamanla
Korkmayın benden
Sakın izin vermeyin sizin iç suyunuza karışmaktan korkmama
Yol açın azıcık, utangaç hayallerimin acemi denemelerindeki telaşa
Ben kendimi bıraktım güvenle, hiç beklentisiz, o akıntıya
Görmek istiyorum
Nerelere gidebilir yüreğim ?
Bu sonsuzluğa doğru giderek genişleyen yolda...
Dönmeyeceğim
Kendi iç suyumun amansız akıntılarında boğulsam da..
Çünkü biliyorum
Belki de boğulup da doğacağım ve başlayacağım en dipteki kaynakta yaşamaya..

24 Eylül 2010 Cuma

SANA HİÇ SÖYLEMİŞ MİYDİM ?

Sana hiç söylemiş miydim
Beni duymadığın zamanlarda..
Bazen benim çok yanlış sesleri çıkarttığımı
Bazen de senin kulaklarının değil beni, içindekileri bile dinlemeye hazır olmadığını
Hissettiğimi..

Sana hiç söylemiş miydim
Becerebildiğin kadar sevdiğini
Olabildiğin kadar yakına geldiğini
Tutabildiğin kadar güçlü tuttuğunu ellerimi
Görebildiğimi..

Sana hiç söylemiş miydim
Seni de, kendimi de zorladığımı
Seni de, kendimi de yorduğumu
Bunu içimde hep sezdiğimi..
Sana yaşadıklarımızın yettiğini,
Banaysa, yetmediğini
Bunu içimde iyice anlayarak, kabul etme noktasına geldiğimi
İnsanın kendini çok iyi bildiği o ince sınırlara nezaketli
Yüzümü sessizce kendi yoluma çevirdiğimi
Ve bana işte o zaman gelen ilahi mucizelerin, üzerime yağdırdığı o ılık yağmurun altına yatıp da
Her şeyi yıkamak içimdeki
Ve, bırakmak sırtımda taşıdığım yükleri
İstediğimi..

Sana hiç söylemiş miydim
Elinden gelenin en iyisini yaptığını çok iyi bildiğimi
Her nereye gitmek istiyorsan oraya gitmeni istediğimi
Her kimle olmak istiyorsan onunla olmanı istediğimi
İhtiyacın olduğu her an yanına geleceğimi
Sen ne hissediyorsan, benim de onu hissettiğimi
Benim bir parçamın olduğu herşeyde
Senin de bir parçanın zaten olacağını fark ettiğimi
Çünkü seni derinden sevdiğimi..
Sana hiç söylemiş miydim ?

9 Eylül 2010 Perşembe

İNCELİKLER YÜZÜNDEN

Sevginin en içtenini coşkuyla söyleyebilirsin kelimelerinle, korkmazsan ne olacak diye
Sarınıp sarmalanmıştır o sözler incelikle
Sevginin şiddetidir ya bu, kapılıp gidesin gelir o coşkun suyuna,
Ama yıkmaz karşı tarafı asla, inşa eder tam tersine..

Yalnızlığının en derinlerini anlatabilirsin kelimelerinle, kapıları kapatmazsan sevdiğinin üstüne
Bilinmezlerini koyarsın hiç korkmadan karşındakinin önüne
Anlaşılmamış olanlar aydınlığa çıkabilsin sonunda kalbin gözünde
Yalnızlığın şiddetidir ya bu, karşındaki hiç sualsiz yanına sokulur aslında,
Derinden anlamasına sen yardım ettiğinde..

Üzüntünün, hayal kırıklığının en basit halini koyabilirsin karşındakinin ellerine, güvenirsen atmayacağına yere
Görünmezlerini görüp de, fark edebilsin senin içindeki sancıyı diye
Acının şiddetidir ya bu, canının nasıl yandığını anlar sonunda,
Sen maharetle, kırıp dökmeden ona bunu gösterebildiğinde..

Öfkenin , kızgınlığının kor ateşini fırlatmak istersin karşındakinin üstüne
Ama yapmazsın, koyarsın kalbinin şöminesine
Eve, içeri alırsın karşındakini de, sessizce kurulursun sen de o şöminenin bir köşesine
Öfkenin şiddetidir ya bu, ateşi sönene kadar seyre dalan gözlerdir belki ama,
Kalpler görüp af diler aslında, sen sessizlikte sabrettiğinde..

Olmayacağını, yanında kalamayacağını kaçmadan , yanına yanaşıp da bağırmadan, usulca söyleyebilirsin karşındakine
Alırsın o elleri tüm içtenliğinle kendi ellerine
Ve bazen hiç konuşmadan anlatırsın olanı olmayanı, tüm şefkatinle
Gidişin, geride bırakışın şiddetidir ya bu, ancak inceliklisi insana yaraşır ve anlaşılır, Karşındakini koyabildiğinde, kendinden önceye..

Umudun , içtenlikle yaşamanın coşkusunun, en ışıltılısını serpebilirsin çemberindekilerin üzerine
Beklentilerin, korkuların kemendinden kurtarıp da boynunu, önce sen özgürleştiğinde
Sevginin her formuna açarsın kendini hiç utanmadan, sereserpe
Senin olmasa da, sevdiğinin sevdiği herşeyde senin bir parçan zaten olacaktır,
Söylenmese de, hissedersin sen en derinlerde
Karşındakinin yakınlığındaki o paha biçilmez incelikte,
Zamanla form değiştiren tüm o şeylerin yürekteki yerini kabul etmenin şiddetidir ya bu,
için hep alev alev kalacak sanırsın önce
Sonra yavaşça yayılır içine,
Olana ve olmayana kendini bırakışın serinliği, sarsılmaz bir güvenle..

Tüm bunları yazarken, bir an durup dalarsın gökyüzünü seyre,
Yıldızlar dökülür avuç avuç yüzüne
Öyle güzelsin şimdi, hissettiklerinin etkisiyle
Zor anlarda, kelimeleri kılıç gibi savurma dürtüsüne direnip de, nezaketle kullanmanın şidddetidir ya bu,
Sana etrafı sevgiyle sarabilen her bir kelimeyi getiren o müthiş duyguya, dolarsın minnetle..
O müthiş duyguyu yaratan , içimizdeki o “sonsuz ve sınırsız iyi”’ye de,
Seslenirsin, "Namaste !"

* * * * * * *

Bu yazıyı hayatın beni içine koyduğu her hali incelikle ele alabileyim dileğiyle yazdım.. yani, incelikler yüzünden..

15 Ağustos 2010 Pazar

YÜZÜNDE GÜNEŞ AÇSIN ASLAN KADIN'IM !

Yüreğin üzerine her eğilişinde dibini göremediğin coşkun bir kaynak ya
Otur o kaynağın başına
İçindeki tüm zaafları, kırgınlıkları ve kızgınlıkları yıka tertemiz suyunda
Bırak kendini sonra
Akşamı düşünmeden, gelen sabahın serinliğine yumuşakça
Bu kadarı yeter, artar bile sana
Düş o dipsiz yüreğinin içinde derinlere, usulca
Yüzünde güneş açsın , ışığı ulaşsın içindeki o sonsuz kaynağa
Gülümse yeryüzüne,
Gülümse gökyüzüne,
Gülümse kendi yüreğine, şükranla
Aslan Kadın’ım, kendini o saf sevgiyle sarıp sarmala
Ve sevinçle selamla
Sana hayatın hediyesi, bu gelen yeni yaşında !

8 Ağustos 2010 Pazar

SANKİ BENDEN UZAK, AMA BENİM İÇİMDE !

Tüm süslü gerekçeleri alıp çöpe atacağım önce
Benim gerçeklerimin yanından gitsinler sonsuza dek diye
Gözlerim görmek istediklerini görmesin sadece
Bakabilsin hoşgörüyle, olduğu gibi, tüm evrene
Biliyorum , görebileceklerimin hepsi , sanki benden uzak, ama benim içimde...

Yarım bırakmama ve hatta bazen başlayamamama yol açan korkularımı alıp çöpe atacağım önce
Herşeyin mükemmel olmasını isteyen her kimse içimde
Artık almayacağım O’nu ciddiye
Kendime dürüst, cesaretle yaşamak istediklerimi katıp önüme
Yürüyeceğim kendi bilinmezlerime
Biliyorum, ulaşabileceklerimin hepsi, sanki benden uzak, ama benim içimde...

Uzakları iyi görmeye çalışırken yakını seçemeyen yüreğimin taktığı aptal gözlükleri alıp çöpe atacağım önce
“Yaşarken yaşamak önemli” diyip de gecikmeyenlerin şerefine !
Yanacağı varsa, yansın varsın yüreğim kendi ateşinde,
Karanlıklarda kalmaya da alışsın, şimşeklerin çatırdısında büzülüp içine çekilmeye de,
Güneşin ne zaman aydınlatacağı içeriyi , belli olmasın varsın, ne kadar planlamak istesen de,
Biliyorum, ışıkların hepsi, sanki benden uzak, ama benim içimde...

25 Temmuz 2010 Pazar

NEREYE ? NİYE ?

Nereye savruluyorsun yine kalbim ?
Niye savruluyorsun ?
Gitmek istediğin yerler var biliyorum
Görmeden ölmek istemiyorum dediğin yerler
Anlıyorum
Hadi git o zaman diyorum sana
Duruyorsun yine kalbim
Susuyorsun
İyi yapıyorsun aslında
Öğrendin şu geldiğin yol boyunca
İçine hapsolduğun o otomatikleşmiş tepkilerin, kalıpların hepsi çok büyük zarar , en başta da sana
Tutsaklığının tüm nedenleri senin içinde , biliyorsun
Özgürleşmek için susuyorsun aslında
Anlamak için susuyorsun
Yenilmek istiyorsun, düşmek o seni peşine düşürmek isteyen arzularının, zaaflarının, korkularının önünde
Hiç utanmadan hem de
Ellerini dayamak toprağa
Gözyaşlarını serbest bırakmak sonra
Özgürleşmek, hiçbir yere gitmeden hem de, hemen ve burada
Ve neticede tüm olanı biteni anlamak için
Haklı olmak için değil asla..

Nereye savruluyorsun yine kalbim ?
Niye savruluyorsun?
Dokunmak istediğin güzellikler var biliyorum
Doya doya koklamak istediğin çiçekler şu koca dünyada
Hiç telaşsız dolaşmak istediğin sokaklar, bazılarında kaybolsan da
Anlıyorum
Hadi yap diyorum sana
Duruyorsun yine kalbim
Düşünüyorsun
İstediğin her anı böyle yaşayabileceğini anlayacak kadar derine inip
Orada kendine içeriden dışarıya şöyle bir baktığında, susuyorsun
İyi yapıyorsun aslında
Öğrendin şu geldiğin yol boyunca
Sen
Her zaman ve her yerde
Sınırsız sevgi üretebilecek , sonsuz derin bir kaynaksın
Bu inişlerin çıkışların
Bu kalkışların düşüşlerin
Bu savruluşların
Kabul edemesen de
Hepsinde sen var’sın...

Diyorsun ki yoruldum, nereye ?
Diyorsun ki, yeter, niye ?
Kafanı kaldırıp da bir baksana sen de
Kuyruğu sallana sallana yol alan rengarenk bir uçurtmasın sen göklerde !

18 Temmuz 2010 Pazar

DeNGe

Yıllardır kendimi “iyi”leştirme yolunda yogadan, yoga felsefesinden, uzakdoğunun kadim öğretilerinden, kurslardan, seminerlerden , batı dünyasının son derece cömert kalplerinin yazdığı bilgelik yüklü kitaplardan , kendi kişisel gelişim yolunda mucizeler yaratmış ve yaratmakta olan dostlarımla sohbetten destek alırken bir şeyin giderek daha derinden farkına vardım... bazılarımız açık açık, bazılarımız gizliden gizliye şu soruyu soruyor sanki... DeNGe'de olmak, sıkıcı olmak mıdır ?

Çelişkili görünebilir belki.. Ama günlük hayata yerleşmiş tanımlamalarımızda, DeNGe'ye değer veren bir yan da var.. Koşturarak, sürekli bir yerlere yetişmeye çalışarak yaşamayı normalleştirdiğimiz bu koca dünyada, DeNGe önce aranır (“Dengemi Arıyorum”), bulunmak için (“Dengeni Bulmalısın”), bulunduğunda da iş bitmez, onu korumak gerekir (“Dengemi Korumaya Çalışıyorum”) çünkü orada kalmak çok zordur (“Dengede Kalmalıyım”). Dağa çıkıp herşeyi terkedecek değilsindir tabi ama...

Burdan şu sonuç da çıkarılabilir .. o zaman, DeNGe arada bir gidilip dinlenilecek bir yer’dir... sonra da yaşam’aya tüm heyecan’ıyla kalındığı yerden devam edilecektir... yaz tatiline çıkmak gibi :-)) Peki , hani gidip de dönmek istemediğimiz yaz tatilleri vardır ya, onlar sıkıcı mıdır ?

En kötü ihtimalle geceleri, sadece nefesimizin sesiyle yatağımıza yatmış bir anlığına tavanı seyrederken , bir anlığına düşüncelerin , duyguların üzerimizden sadece geçip gitmesine izin verirken ve o derin anlardaki sessizliği anlamaya çalışırken yanınıza gelir DeNGe.. siz sessizlikte bir gariplik olduğunu düşünmekle meşgulken, elinizi tutar, omzunuza atar kolunu ve kulağınıza fısıldar “ sakinsin... sakin, huzurlu ve burada'sın.. derin bir nefes al.. bırak tüm düşüncelerin gökyüzündeki bulutlar gibi akıp gitsin.. seyret onları olduğun yerde.. derin derin nefes al.. şu an yapılacak hiçbir iş yok..yerine getirilecek hiçbir sorumluluk yok.. sakinsin.. rahatsın.. huzurlusun.. burada'sın....ve herşey yolunda...” Sonra sabah kalkıp nereye gideceksek oraya giderken, yolda düşünmez miyiz ? Neden yanımda götüremiyorum dün akşamki ziyaretçiyi sanki ? Yoldaşlığından sıkılır mıydık alsaydık yanımıza ?

Bizim normalleştirdiğimiz dünyada, doğal olduğunu düşündüğümüz yolların hiçbiri sessizliğe, o tarifsiz , derin dinginliğe çıkmıyorsa, yol kenarındaki ağacın çiçekle donanmış yapraklarına çevirdiğimizde gülümseyen yüzümüzün gevşeyen bütün kaslarında, saçlarımızı savuran rüzgarın serinliğinde, gözü kapalı dinlediğimiz müziğin yumuşak kollarında ona tekrar rastlarız, o da ancak günün kaçamak vakitlerinde... ne güzeldir o an’ların kollarına bırakmak varlığımızı.. keşke deriz, kaçamak yapmasak , hep, her zaman birlikte yaşasak bu sevgi.li.yle... kaçamak'lık bitip de, bir'leşsek o sevgi.li.yle, sıkılır mıyız sonunda acaba ?

Hepimiz içgüdüsel olarak orayı biliyoruz aslında....Kimileri için oraya gitmek, orada kalmak daha kolay ve doğal görünüyor...O tarz insanlar için de bazı tanımlamalar geliştirmişiz... Kanatsız melektir onlar.... Peygamber gibidirler.... Kadın ya da erkek gibi bile göremeyiz bazılarını, o kadar cinsiyetsiz meleğimsi varlıklar olurlar gözümüzde... Onların, bizim gibi sıradan :-) insanların yaşadığı çelişkilerin, savrulmaların , yorgunluk ve bıkkınlıkların hiçbirini yaşamadığını bile düşündüğümüz olur..... Hadi itiraf edelim, tanımadığımız halde o insanların azcık sıkıcı olduklarını, onların hayatının renksiz olduğunu bile düşünebiliriz...

Kendiyle incelikle dalga geçenlerin rengarenk esprilerini gözden kaçırabiliriz... Derin bir meditasyon anında “Who am I ? (Ben Kimim?)” diye soran bir öğretmenin hemen ardından “I don’t know , I don’t know (Bilmiyorum, bilmiyorum !)” diyişinden sonra odada kopan kahkahayı görmeden, meditasyonun başlarda bunaltıcı, basit ve tekdüze gelebilen ilerleyiş yolundan sıkılıp “ bana göre değil” diyip cayabiliriz... ne manastırlarda yaşayan ne insanlar ne duygularıyla boğusurlar, tahmin bile edemeyiz...

Siz bu tarz insanların (kendini DeNGe'yi, özgürlüğü bulmaya adayanlar diyorum ben onlara) yanında hissettiklerinize hiç dikkat ettiniz mi....Ben ettim....Kendini dersine çalışmaya adamış, yaşamın tüm olanaklarının farkında olan ve öğrenmeye tutkulu o insanların yanında ben “coşku” hissediyorum... Yaşam coşkusu... Öğrenme, büyüme ve etrafıyla paylaşma coşkusu...

Yaşamımıza DeNGe'yi getirmeyi öğrenmeye başladığımızda, içimizde olanları izlemekle meşgulüz en başlarda...sonra merak etmeye başlıyoruz... yanımızdakiler ne hissediyor acaba... onlara da olumlu yansıyor mu içimizde hissettiğimiz bu dönüşüm... Onların yaşamına da “coşku” getirebiliyor muyuz ? diye sorma noktasına geliyoruz..

Yaşamıma coşku’yu DeNGe'de hisssettiğim zaman davet edebiliyorum ben.... Ve bakıyorum da, o zamanlarda, etrafımdakilere de , yaşamlarına coşkuyu davet etmede ilham olabiliyorum...Ben diyorum ki, DeNGe'de olmak, yaşamı coşkuyla yaşamak , gerçek potansiyelini coşkuyla yaşamak ve etrafla bu coşku'yu sınırsız bir sevinçle paylaşmak olsa gerek... DeNGe'de olmak tüm yaşamı o gidip de dönmek istemediğimiz yaz tatili gibi yaşamak olsa gerek...DeNGe'de olmak o yol arakadaşıyla, bizi içinde yaşadığımız an'ların güzelliğiyle buluşturan o gezintiye sık sık çıkmak demek olsa gerek... DeNGe'de olmak o sevgili'ye tutunup Nehir'in öbür yanına atlamak olsa gerek...Sıkıcı mı ? Tüm bunlardan daha ilginç ne olabilir hayatta ?

Soruyu biraz değiştirerek soralım kendimize....İçimizdeki dengeyi , o muazzam “orta”da duruş’u, yukarıdan herşeye yorumsuz , kişiselleştirmeden , saplanıp kalmadan bakabilip, olduğu gibi algılayış’ı , yaşam amacını keşfedip o yola kendini kaygısızca bırakış’ı hedeflemek size zor ve ulaşılmaz mi geliyor ? Deneyip, deneyip beceremediğinizi gördünüz de, geri mi çekildiniz defalarca ? Sadece şu peygamberimsi, meleğimsi varlıkların becerebilecekleri tarzda bir iş mi bu sizce ?

Soru asıl buysa, büyük bir yük kalksın üzerinizden.... çünkü bu soruyu sorup da cevabı merak ettiğimiz anda, geri dönüşü olmayan bir yoldayız demektir...içinizdeki , hep yargılayan, sorgulayan, analiz eden, hiç beğenmeyen, güvenmeyen, söz’de sizi koruyan o “ikinci ses”’e HAYIR diye seslenerek başlayın yolculuğunuza .. Şüphe’nin boynunuza takılmış kemendini çekip çıkarın..

Yol’a koyulalım..

Evet, farklı yollardan gideceğiz kendimize..

Yol’umuz uzun ve bizim içimizde...

Ama hepimiz aynı yere varacağız... o Dağ Gölü’ne...

Ve yalnız değiliz.... Sevgiyle, hoşgörüyle, açık bir kalple , korkusuzca sarılırsak eğer birbirimize..

14 Temmuz 2010 Çarşamba

DAĞ GÖLÜ

Başımı kaldırıp tam gökyüzüne açmıştım ki yüzümdeki gülüşü
Kalbimden boşalırcasına yağmur başladı o anda
O yağmura tutulduk seninle
Islandıkça bu yağmurda
Kuruttuk sanki
Artık açık adresi olmayan tüm acılarını korkuların

Ben ellerimi açıp damlalardan azcık yardım istedim
Sessizlikte olanları affetmeyi öğrenmem lazımdı
Sensizlikte kendime yaklaşmayı öğrenmem lazımdı
Gözlerim kapalıydı, senin ne yaptığını göremedim
Bekledim , yanında öylece yağmurun geçmesini bekledim
Bekledim, yanımda öylece yağmurun geçmesini beklemeni istedim

Güneşe rastlamadan hemen önceydi elimi tutuşun
Yoksa ben mi seninkini tutmuştum, fark edemedim
Kaldığım yerden, hiç acele etmeden yine gülümsedim
Bu kez gökyüzü maviydi, ellerin sıcak, bense sakin bir dağ gölü gibiydim
Aslında hep öyleydi de, ben mi daha önce hiç dikkat etmedim
Bunun için ben ne kadar çok beklemiştim
Bunun için hayat beni ne çok beklemişti, bilemedim.

Sen göle eğilip baktın SEVGİ.Lİ.M
Beni gördün , sanki ilk kez gibi hem de
Dibe çökmüş tüm taşı, toprağı, kiri, çöpü ile
Sakin ve serin , tertemizdim.

Ben de seni gördüm SEVGİ.Lİ.M
Sanki ilk kez böyle , ben gibi hem de.
Aydınlık, berrak ve çok zariftin.

Ne çok sevindim SEVGİ.Lİ.M. Ne çok sevindim.

******
Her birbirimizin içinde bir dağ gölünün olduğuna inanıyorum..Birbirimizi, fırtınalara tutulmuş, çırpıntılı, bulanık, hırçın hallerimizle yargılayıp yalnız bırakırsak, en çok kendimiz yalnız kalırız sonunda..o dağ gölüne giden yolda birbirimize ihtiyacımız var..bu işi bir başka hayata falan bırakmayalım..şimdi vakit varken, tutalım, tutunalım..

7 Temmuz 2010 Çarşamba

NEHİR !

Sana tutunup nehrin öbür yanına atlamak istedim. Kolların benim bulunduğum yere ulaşıp da beni çekip saklandığım ağacın kovuğundan çıkardığında, sana aşkım güneşle birleşip gözünü kamaştırdığında, ben senin yanına geldiğimde, o zaman tutacaksın ellerimden, çekeceksin beni iyice kendine ve diyeceksin ki :

“Yolumuz uzun”

Ve ben tüm yükümü nehrin o yanında bırakıp, seninle yürüyeceğim.

Nereye gideceğimi değil, kiminle yürüdüğümü düşüneceğim sadece. Yaşam ateşim seninkiyle birleşip parlayacak ve bizi sevenler bu ışığı gördüklerinde bizi anlamayı isteyecekler.

Nehir akmaya, biz yürümeye devam edeceğiz..

Elimi avucunun içine koyacak, kalbimi göğsüne bir çiçek gibi iliştirip saçlarımı boynuna asacağım. Rüzgar yürürken kokunu başka yerlere savurmasın diye tüm esintilerde seninle aynı yünde sallanacağım.

Yolumuzun üzerinde her çeşmeyle sana su, her ağaçla sana meyve, her çimenle sana yatak olacağım. Yıldızlar çıkacak geceleri yolumuza ve ben sana sevinçten sımsıkı sarılıp, fısıldayacağım :

“Sadece şu an için bile olsa, gelirdim”

Sen benimle yürürken kendi yolundan geçeceksin, ben seninle yürürken kendi yolumdan gideceğim.

SEVGİ.Lİ.M

Yollar , nehirler, rüzgarlar, ağaçlar , çiçekler bizi birbirimize kadar getirmişken, duraksamayacak ve sana tutunup nehrin öbür yanına atlayacağım.

Nereye gideceğimi değil
Seninle yürüdüğümü bilmek
Yetecek.

*******
Canım Özlem'im, yol arkadaşım, can arkadaşım... Doğum günün, hayatımızdaki varlığın hepimize kutlu olsun !! Aşk'la yürü yaşam yolunda, güneşi her yandan hisset damarlarında...derinden seviliyorsun, hiç unutma, hep hatırla..

27 Haziran 2010 Pazar

EĞLEN !

Gökyüzü

Havaya asılmış masmavi okyanus..

Yıldızlarsa, içinde yüzen balıklar..

Gezegenler bembeyaz balinalar,

Bazen sırtına atlayıp da gezindiğim..

Ve güneş ,

Güneşin tüm ışıkları ,

Eriyip , sonsuza kadar kalbime, tüm bedenime karışan ..

Bu çılgın oyun alanının sadece tek bir kuralı var.

Hafız’ın gördüğü her işarette,

Aynı şey yazar :

Hepsi der ki :

“ Eğlen benim sevgili dostum,

Benim sevgili dostum Eğlen !

Bu İlahi Oyun’da

Bu Harika Oyun’da”


******

1300'lü yıllarda yaşamış Sufi Şair Hafız'ın, ingilizceden çevirmeye çalıştığım bu şiirinin anlattığı gökyüzüyle yeryüzünün bir olduğu var-oluş haline, bunu sonsuz bir coşkuyla yaşamak isteyen yüreğinden taşan sevince ve herkesi buna katılmaya çağırışındaki basitliğe nasıl hayran kaldım...
Ruhuna selam olsun ve okuyan herkesin ruhuna yaşama sevinci dolsun !

20 Haziran 2010 Pazar

ANLAYAMIYORUM !

“ Babacım seni çok özlüyorum. Neden gittin. Bunu hiç anlamıyorum. Ama seni çok özlüyorum, hemde çok. Keşke gitmeseydin, burda kalsaydın. Bunu çok hemde çok isterdim. Keşke gitmeseydin
Berk Köseoğlu”

Berkçim,

Ben sana bakıyorum, seni izliyorum, senden öğrenmeye çalışıyorum. Böyle bir kaybın ardından hayata gücenmeden, başını eğmeden soru soruşunu, annene ve seni üzgün görmeye dayanamayan sevdiklerine içinde var olan o mutlak güçle destek oluşunu, özel günlerde seni saran kalabalıklar içerisinde, içini kemiren özlem duygusunu kendince huysuzlanarak söndürüşünü ve annem üzülmesin diye sınıfın bir köşesinde ağlarken sana soru soranlara yüzünü doğrudan kaldırıp sahici bir şekilde yasını yansıtışını ve “ babamı çok özledim ama annem üzülmesin diye evde ağlamıyorum.” diyişini...

Bunları nasıl yapabildiğini bilmiyorum.. Ben, seni ilk gördüğümde ne diyeceğimi düşünerek günler geçirdim. Gözlerinin içine nasıl bakıp da ağlamayacağımı ve sana kaybından dolayı duyduğum üzüntüyü nasıl anlatabileceğimi bilemiyordum.. Seni görünce anladım.. Anladım ki bunun analiz edilerek, düşünülerek anlaşılacak bir tarafı ve sana söylenecek en doğru söz diye birşey yok... Anladım ki, sadece sana sarılarak üzgünüm diyebileceğim.. Çok üzgünüm Berkçim.

Çok üzgünüm.. Bu yıl geçirdiğin tüm özel günlerde babanın yokluğunun görünmez bir yara izi gibi yüreğine işlendiğine tanıklık edeceğiz... Bu acıyla nasıl başa çıkacağımızı yine senin güzel kalbin gösterdi bize.. her birimiz ve toplu olarak hepimiz, acını yaşayışına duyduğumuz saygıyla sana sarılacağız ve seni sevgimizle sarıp sarmalayarak, babanı sevgiyle kalbinde kanlı ve canlı tutma çabana tek vücut destek olacağız..

Onun sana sevgisini bir kolyeye sarıp boynuna asışına,
mezar başında bize çektirdiğin resimlerle gerçek bir adreste var olduğunu kanıtlayışına, yanında gezdirdiğin fotoğraflarıyla, erken gitmesi gereken birine anlayış ve sevgi göstererek, bu dünya üzerindeki varlığını kutlayışına,
ve daha kimbilir harika bir evladın babasını hayata gücenmeden, başını eğmeden özleyişine ait nelere ortak olacağız...

Senin tek başına yapabildiğin şeyi, biz bir sürü yetişkin biraraya gelerek yapmaya çalışacağız aslında. Sadece evrenin tüm dengelerini içinde taşıyan senin gibi tertemiz bir çocuk , savaşmadan... üzülerek.... ağlayarak........ anlamaya çalışıp anlamayarak..... anlayamadığını görünce de uzatmayıp sessizce yaşamına kabul ederek... olduğu gibi.. savunmasızlığın saf ve sınırsız gücünü içinde taşıyarak yaşayabilir bu gerçeği...

Yaşamının her günü seni varlığının yüksek amaçlarına taşısın Berkçim..
Babalar Günün kutlu olsun Bülentçim.

****

2 yıl önce yazdığım bu yazıyı, bu hafta sonu yeğenimin, canım Berk’imin odasında babasıyla çekilmiş gibi görünen, fotomontajla yapılmış, geçen yılki sünnetinde çekilmiş bir fotoğrafını görünce yaşadığım derin üzüntü sonrası buraya koymaya karar verdim...Odasındaki panoda, yazımın girişinde yer alan metin , küçük bir kağıt parçasında, kendi el yazısıyla yer alıyor.. Tekrar okudum, her seferinde canımı yakıyor...Ağladım, içime ağladım...Ama sonra Berk’e baktım.. Hayatın ona getirdiklerini olduğu gibi kabullenmiş, yaşama sevinçle, sevgiyle tutunan canım, masum çocuğum benim...Bağrıma basıyorum, içime sokuyorum ve derinden seviyorum seni...

Sevgi herşeye iyi gelir..Hiç ertelemeden sarılalım sevdiklerimize...

17 Haziran 2010 Perşembe

BIRAKABİLİR İNSAN !

Vazgeçebilir insan
Ve vazgeçebilmek çok güzel birşeydir aslında

Kaybedebilir insan
Ve kaybettiğini görebilmek iyi birşeydir aslında

Yenik düşebilir insan
Yenilgiyle yüzleşebilmek sağlıklı birşeydir aslında

Yapayalnız hissedebilir insan
Ve yalnızlığın bize çarptığı an, yerden kalktığımız andır aslında

Kabul edebilir insan
yürümediğini, uygun olmadığını, beceremediğini, iyi gitmediğini
Kabul edebilir insan
Artık yapacak hiçbirşeyinin kalmadığı o çok keskin çaresizlik noktasını
Kabul edebilir insan
Hırsların, dürtülerin, arzuların ve tutkuların esiri olduğunda kendinin en güzel halini gücendirdiğini
Kabul edebilir insan
Büyümemiş taraflarının karanlık gölgelerinin onu takip ettiğini
Ve kabul edebilmek bırakabilmenin başladığı yerdir aslında
Ve bırakabilmek serbest kalmaktır aslında

Bırakabilir insan
Kendini, korkularının durmadan sıktığı halatlarından serbest bırakabilir
Bencilliğini, sadece kendini koruyup gözetmeyi bırakabilir
Arzuladığını elde edememenin yüküyle hırslanıp da kendiyle kavga etmeyi bırakabilir
Sevdiğinin boynuna geçirdiği beklentilerinin kemendini serbest bırakabilir
ve sonra onun kollarında kendini güvenle an’ın keyfine bırakabilir
ve sonra onun gözlerindeki aynaya bakıp da , kendini, kendinin en güzel halini seyre bırakabilir
evet... bırakabilir insan.. bırakabilir..

5 Haziran 2010 Cumartesi

ATEŞİM DE, SUYUM DA BENİM İÇİMDE !

Söyle ruhum öylece söyle
Olması gerekeni zorla kendime kabul mu ettirmeliyim, yoksa
Içimi yanıp tutuşturanla savaşı terk edip, kendimi onun ateşine mi bırakmalıyım
Güvenli bir köşe bulup, kendimi alıştırıp, yerleşmeli miyim orada ?
Yoksa senin dediğin gibi, sonunda ne olacağını uzun uzun hesaplamadan, sırt çantamı yüklenip, yürümeye mi başlamalıyım
Yürümeli, yoluma çıkanı yaşayıp, damarlarımda mı hissetmeliyim
olan’ı olmayan'ı,kalan’i giden’i, duran’i değişen’i …

Ateşim de içimde benim
Yaşamımı tutkuyla canlı tutan, etrafıma ve bana ışığımı veren ateşim,
Suyum da içimde benim
Hararetimi dindirecek, kana kana içeceğim bazen ve içimi serinletecek,
Beni hayatın şaşırtıcı yolları arasında bazen sakin , usulca, kolayca, bazen gürül gürül , coşkuyla gezdirecek
Söyle ruhum usulca söyle
“Olan” i kabul edersem yanıp kül mü olacağım
“Olması gereken” de durdurursam zamanı, içimin derin sularında çırpınarak boğulacak mıyım
Ya , yanmaktan ve boğulmaktan başka seçenekler de varsa
Ya yaşamı bırakmak, ne yanmak, ne boğulmaksa ..

Ateşim de, suyum da,
Havam, toprağım, boş'luğum da
İhtiyacım olan herşey
İçimde benim.
Söyle ruhum açıkça söyle
İçimdeki tüm bu malzemelerden güzel bir sofra kurulur mu sence?
Malzemelerin dengesini tutturmanın hünerine henüz erişmeden hem de..

Evde “olan”ları birbirine kontrolsüzce boca etmeden
Usul usul karıştırmak yemeği, tatmak arada bir, nesi eksik, nesi fazla bakmak ve
Sonra diğer malzemeleri azar azar eklemek belki
Buna rağmen yine de lezzetli olmadıysa, yeni bir tencere daha kaynatmak öğrendiklerinle
Yaşamak içimizdeki tüm malzemelerden büyük bir ziyafet hazırlamaksa eğer
Tarifleri de yine bizim içimizde
Çünkü, herkesin sofrası kendine özel ve şahane !

İşte bu sofralarda oturalım,
Yiyelim, içelim, ağlayalım, gülelim, susalım, dinleyelim, anlatalım, söyleşelim, el uzatalım, ele uzanalım , affedelim, af dileyelim, sevelim, sevilelim.
Yaşamı bırakalım, bırakalım “O” olsun..

28 Mayıs 2010 Cuma

BENİM ELİMDEKİ FENER !

Farkındalık hayatın gerçeklerini, acıyı, kayıpları, üzüntüleri yadsımaz... Farkındalık coşkuyu da, o anın içinde , burnumuzun dibinde bulunan, ama göremediğimiz güzellikleri , fırsatları da yadsımaz... O, acının, kayıpların, üzüntünün de var olmasına izin verir, coşkunun, sevginin, ümidin de... onlara direnmez, onlardan korkmaz, ama aynı zamanda onları dönüşüme de uğratır… O, herşeyi kabul eder , sessizce kabul eder ve herşeyi dönüşüme uğratır... Kolay olmalı aslında değil mi ? Olmadığını , “farkında olmadan yaşamak” ve “farkında olarak yaşamak” arasında bilinçli bir tercih yapmamız gerektiğini, eninde sonunda anlarız... yogayı da, farkına varmak için yaparız aslında..

İçimizdeki yol , her zaman aydınlık değil... hatta çoğu zaman değil.. Öyle çetrefil bir yol ki, giresi gelmiyor çoğu insanın kendi içine..oysa kurtuluş, o yolculuğu içtenlikle kabul etmekte… Özünde hepimizin istediği mutlu olmak değil mi ? Ve biz bu mutluluk haline, ancak olabileceğimizin en iyisi kadar iyi bir insan olarak erişmez miyiz ?

“Ben daha iyi bir insan olmak istiyorum” diye yineliyorum durmadan kendime, içimin daracık sokaklarında yürüken.. Elimde bir fener… Kapılara varıyorum.. Açıp bakıyorum, neler saklamışım buralarda..

İşte şurda duran , etrafımdaki insanların benden beklentileri ile ilgili kendime uydurduğum hikayenin “zehirli elmasını ısırdığım” yeri değil mi ? Yanındaki , kendimi takatsiz bırakacak kadar yorduğum bir döneme ait çığlıklarımın üst üste gelip yumruk yumruk omuzlarıma, sırtıma ağrı olup oturduğu zamanlar değil mi ?

Şurada gördüğüm ben’in, gözünden akan yaşların durmamasının sebebi, yıkanmaya ihtiyaç duyan ruhunun onu durdurmak için mecburen musluğu bozmak zorunda kalmasıydı. Yan odada bacaklarını duvara kaldırmış yatan ben’i kendinden geçiren düşen kan basıncı değil, ihmal ettiği, görmezden geldiği en derinden yükselen yükselen yükselen ve infilak eden kendi öz istekleriydi. Ne zaman bas bas bağıran öz-ihtiyaçlarını göz ardı etse, vücudu onu ruhunun yanına çağırmıştı çünkü.. Tek bildiği yol buydu vücudun.. kulak kabartıp dinlense, neler söylüyordu bilge vücut insana.. Bu dünyadaki evimiz, tapınağımız olan vücut..

Farkına vardıkça, daha derinden , daha derinden gelen bir sesle “ben daha iyi bir insan olmak istiyorum” diye yineliyorum kendime, ilerlerken…Öğreneceğim… Öğreniyorum…

O odaların bazılarında korkusuzca hayatın akışına katıldığımda karşıma çıkan mucizelere de rastlıyorum… Kendimin bayıldığım yanlarını görüyorum….O odaların içi nasıl aydınlık… ben nasıl gülümsüyorum, nasıl hafifim, nasıl güzelim.. seviyorum, çooooook….. seviliyorum, çooook….

Benim elimdeki fener, yoga... kendimin tüm hallerinin üzerine tuttuğum ışığı, öz varlığımdan gelen ve benim tam kavrayamadığım, kavramaya çalıştığım o sonsuz ışığın yansıması aslında....

Her birimizin “en saf” , “en iyi” haline ulaşma yolculuğu bence yoga.. “Bilge, saf ve özgür” olan halimize.. Oraya ulaşmak için çıktığımız bu yolculukta yapmamız gereken tek şey izlemek ve farkına varmak.. Dikkat etmek, fark etmek, engellerimizin nerelerde olduğunun farkına varmak ve onları yavaşça, usulca, sessizce daha iyiye, daha güzel olana, daha faydalı olana doğru dönüştürmek.. Sadece kaslarımızla, kemiklerimizle, eklemlerimizle değil ama oradan başlayarak derinleşmek ve varlığımızın tüm katmanlarını derinden kavrayarak , varlığımızın üzerindeki tüm kılıfları birer birer kaldırarak, o saf halimizle tanışmak yeniden.. “Daha iyi bir insan olmak” bizim içimizde var zaten...İşte oraya gitmek....

Ama orayı geçmişe giderek bulamayız, şimdi’ye gelerek buluruz... Olan’ın olmasına izin verdiğimiz, yaşamı sevinçle, coşkuyla, olduğu gibi yaşadığımız şimdi’de...Ağzımız sürekli kulaklarımızda değil de, yüzümüzde dingin, anlayışlı, yumuşak bir gülümseyiş belki bazen..Yoga Sutra’larda elmas gibi sağlam (diamond hard) bir vücuda sahip olmaktan bahsedilir..Yoga dergilerinin kapaklarında gördüğümüz o müthiş esnek, sportif vücutlardan değildir elmas gibi sağlam vücut.. Hayat yolunda yoluna çıkan herşeyi hakkıyla yaşayan, herşeyi güvenle , korkusuzca karşılayan vücuttur elmas gibi vücut.. Hiçbirşeyi, hiçbir durumu dışlamadan olana, akışa kendini güvenle bırakabilen vücut..

Sizin elinizdeki fener ne olursa olsun, onu alın... Yola çıkalım, her birimiz tek tek ve ama, hep birlikte...Dikkatle bakmamız ve hoşumuza gitse de gitmese de, bize ait olanı görmemiz ve “daha iyi bir insan olmaya” doğru dönüşümü başlatmamız lazım... Çünkü buna ihtiyacımız var...Tüm alışkanlıklarımız, tekrar’larımız, korkularımız, su yüzüne çıktığında, onlara bakıp, hangilerini hayatımızda tutup, hangilerini tutmayacağımıza karar verebiliriz.. Kendimize sorabiliriz : “ Bu davranış, bu düşünce benim için, bu yolda ilerlemem için faydalı mı ? Kendimin en iyi versiyonunu yaratmaya doğru dönüşürken beni geriye mi çeker, ileri mi taşır ? Bundan öğreneceğim dersi öğrenmeye cesaretim var mı ? Bana acı vereceğini sezsem de, öğreneceklerimi öğrenip yoluma sonra daha güçlü devam edebileceğime inancım var mı ? ”

Yolda ilerlerken zihnimizin, egomuzun peşinden giderek yaşayacağımız hayal kırıklıkları, öfke, huzursuzluk, kaybolmuşluk, yetmeme, yetinememe gibi duyguların hepsinin farkında olarak , onları dışlamadan, onları görmezden gelmeden, onlardan kaçmadan, içimizdeki tüm o sesleri duyarak, şefkatle, sabırla, inançla yola devam edelim...İçimizden yükselen iyi sesleri de katalım yanımıza...ayırt edecek ve seçebileceğiz zamanla , bıkmadan denedikçe... Tüm seslerin tek bir yerde, şu anda, şimdi’de toplanıp, tam ve bütün hissettiğimiz, yaşamı coşkuyla, olduğu gibi kabul ederek yaşadığımız, o “hayat dolu” yerin dinginliğinde birleşmesine izin verelim.. şüphenin belini kıracağız, deneyip mümkün olduğunu gözümüzle gördükçe..

Bizim içimizde zaten çok “iyi bir insan” var ... yaşamak oraya doğru yürümekten başka nedir ki ?

23 Mayıs 2010 Pazar

ASIL SEVGİNİN YOKLUĞU GÜNAH !

Olumlu olanın her zaman kazanacağı
Olumlunun olumsuzu önemsemeyeceği
Sevgi Çağında..
Kendi olumsuz girdaplarımızı yaratmaya bir son vermeye
Ve zihnimizde tüm bu yıllar boyunca basılmasına izin verdiğimiz “düğmelere” tepki göstermeyerek , bu tepkileri kontrol etmeyi öğrenerek
Gerçek gücümüzü, huzuru, dengeyi yeniden kazanmaya
Odaklanmak ..
Bir dosta dönüp “haydi ayağa kalkalım birlikte” diyebilmek
“Sen çok güzelsin” demek O’na
Zorbalık etmeden, küçük düşürmeden, zarifçe “zor”lamak
Kendi potansiyeline hayran olmasını sağlayarak, daha iyi bir insan olma yolundaki tüm engellerini öz-gücüyle ortadan kaldırışına sevinçle tanıklık etmek
Ve
İçindeki iyiyi senden önce, çook önce görüp çıkartmana yardım eden insanlarına yaslanmaya kendine izin vermek
Anın sana getirdiği bütün duygu hallerinin, düşüncelerin hepsini bir misafir gibi karşılamaya çalışıp başaramazken , karanlık yanlarının istila ettiği bu şehrin sokaklarında yalnız dolaşırken, içine ışığın bir yerlerden sızmasına yol veren öz-benliğinin varlığına derinden inanmak
Ama en en en önce sevmek..
Yaşamayı sevmek..
Yaptıklarını... Yapmaya çalıştıklarını..
Yolda aldığın yaraların capcanlı izlerini
Kendinde gördüğün her yeni yüzü
Zorladığın yönlerinin bir çiçek gibi açılıp sana içindeki sonsuzluğu gösterişini
Yapamam dediklerini elinden geldiğince yapışının sonrasındaki utangaç şaşkınlığını , sevinç gözyaşlarını
Beceremediklerinin yanına bağdaş kurup, kendine kızmayı bir kenara bırakabilip, öğrendiklerinin tatlı sesinin kulağına fısıldadığı güzel , içten sözleri dikkatle dinleyişini
Öğrendiklerinle farkındalığının geçirdiği dönüşümü
Olumsuzu olumluya dönüştürebilme kapasitenin yeniden farkına vardığın her anı
Sana destek olan, sana bunları fark ettiren herkesi ve herşeyi
Evrenin sunduğu iyiliklere kendini korkusuzca açışını
Sevmek..
Sadece kendini değil, ama en önce kendini sevmek, oradan başlamak işe
Ve sevildiğini, derinden sevildiğini hissetmek
Bir başkasının yorumunu değil, ruhen ayırt etme sorumluluğunu almak
Ve öyle sevmek..
Öyle sevmek ki... bilmek..
Asıl sevginin yokluğu günah..
Asıl sevginin yokluğu günah..


Sonsuz, sınırsız bir şekilde sevildiğimizi nasıl çaksak şu zihnimize… Bizi korkutan herşeyin bir ilüzyon olduğunu bilerek , sevgiyi sersek ruhun kırılgan varlığının üzerine, her seferinde… Varlığımın birer parçası canım Özlem’im, Seval’im ve Kryon için yazıldı !

14 Mayıs 2010 Cuma

KENDI FIRTINAMIN ORTASINDAKİ GÖZ !

Düşünsene...bir buluta yalvarıyorsun, beni de yanında götür diye... Bulut sana gülümsüyor, o gülümseyişte anlayış var... belli ki bu onun çokça duyduğu sıradan bir yakarış...seni tabiki yanına almıyor... gelip geçiyor ve sen ardından ona öylece bakakalıyorsun....kızıyorsun... bir buluta hem de ...ve o kızgınlığa asılı kalıyorsun.....oysa sen o kızgınlığa saplanıp kalmışken ne bulutlar gelip geçiyor üzerinden .... gökyüzü ne şekillere giriyor... ne yağmurlar yağıyor, yıkanabilirsin oysa... ne güneşler açıyor, göğsünü ısıtabilirsin sıcaklığında....hiçbirini fark edememiyorsun... yazık..hem de ne yazık...

Yaşamımda neleri kaçırdığımı da, nelere sahip olduğumu da yavaşladığımda fark ediyorum...sanırım yavaşlamak korkularımının karanlığına bir tutam ışık olup sızıyor ve her yer aydınlanıyor da ondan... arı kovanına çomak sokmak gibi görünse de başlarda, sonradan anladım ki, tüm bunların üzerine çıkabilip, kendimi kendime “tüm çelişkilerimle” yakın hissedebildiğim anların toplamı kadar doyurucu yaşam... kendi fırtınamın ortasındaki göze yolculuk yapıyorum çünkü ...

Bazen öğrendiğimi sandıklarım gelip gelip ayaklarıma dolanıyor, kendime eşşek yüküyle kızıyorum.... ulan diyorum o kadar okudun, yazdın, konuştun , ayıp be kızım...yazıklar olsun be kızım...öğrenemedin mi hala....buluta da kızıyorum beni alıp götürmedi diye... sanki götürseydi herşey hallolacaktı....olana kızıyorum.. olmayana kızıyorum....kızgınlık oluyor sana etraftaki herşeyi kendinden ötelere itme ... etraftaki herşeyi kendinden ötelere itme oluyor sana yakıcı bir yalnızlık.. o yalnızlık oluyor sana derin bi üzüntü... o üzüntü oluyor sana yoğun bir çaresizlik...sonra o çaresizlik oluyor sana tükenmişlik....o tükenmişlik oluyor sana koskocaman bir boşluk...

Boşlukta yüzüyormuşum gibi olduğum o zamanlarda da kendime sorduğum binlerce sorudan yorgun düşünce, tek bir soru sormaya karar veriyorum : seni ne mutlu ediyor ? seni ne mutlu edecekse onu yap...

Allahım, bu ne kadar küçük, ne kadar basit bi sorudur.... cevabının da işte o kadar küçük ve basit şeylerde olduğunu bilen ruhum boşu boşuna nasıl da hırpalar durur kendini...

Sadece yavaşladığımda, kendimi sevmeden , kendime anlayış göstermeden , sabırla o göz’de kendimle buluşmadan beni mutlu eden şeyleri seçip ortaya çıkaramayacağımı anlıyorum... kendime kızgınlığa, hayal kırıklığına düştüğümde , sanırım işte bu yüzden, yerden kalkıp , tektar tekrar ,en baştan başlıyorum...

Denemeye..
İçerlemeden serbest bırakmayı ...
Kırılganlığın getireceği samimiyetteki cesareti ...
Kendine sebepsiz yere dürüst olmayı ...
Öylece akış’a, oluş’a, olmayış’a güvenmeyi ...
Paylaştıkça orantısız , çığ gibi çoğalan şefkati ...
Yargılamadan, varsaymadan , içindeki sesleri susturup da dinlemeyi ...
Duyduklarını kabul etmenin boşluğunda bütünleşmeyi...
İncitmeden dürüst olmanın getireceği, kendine yönelen yüksek sadakati.....
Sevmeyi , ve formu değiştiğinde sessizce bu yeni formun içine yayılışını korkmadan izlemeyi
Basit, uzun ve derin suskunluğun anlatıklarının yumuşak omuzuna yüzünü dayayıp dinlenebilmeyi
Karşılığında hiçbir şey beklemediğin an sana gelen şeyleri görebilmeyi
Denemeye...
Bıkmadan, usanmadan denemeye başlıyorum...

Kendi fırtınamın ortasındaki göze olan özel yolculuğumun saf bilincine kavuşmayı...
Tümüyle “uyanık” bir halde yaşamanın derin sessizliğinin içindekini duymayı.....
Bu yolculuktan beni geri düşürecek şeylerin tekrarından uzak durmayı denemeye başlıyorum..
Unutup unutup...Tekrar tekrar..
Ama içimden , çok derinden zaten biliyorum ki.... aynı yerden başlamıyorum....

26 Nisan 2010 Pazartesi

HEPSİ Mİ BEN ?

Ne içine sığabildim
Ne dışına taşabildim kendimin..
Anlamaya çalıştım..
Ordan oraya koşup cevaplar aradım
Kavuşmak için de koştum
Kaçmak için de..
Taa uzaklara da savurdum derinden yakınlığı
Yakınlarda da yaşadım ucu görünmez uzaklığı..
İsyan da etti şu keskin dilim
En incelikli sözleri de kalbimin iplerine onunla dizdim..
Sevgiyle de sarıldım dost yastığıma geceleri
Çaresizce yumrukladım da onu, beceremediğimde kabullenmeyi..
Birşeye ulaşmak için azimle ne yollar teptim, ne dağlar aştım, ne kasırgalar atlattım
Ama asıl, birşeyi basitçe bırakabilmek için ne yapılırın yolunu hep aradım..
Anlamaya çalıştım..
Bu sevgiye tüm pençeleriyle tutunan kim?
Bu öfleye dolanıp hırçınlaşan kim ?
Bu dolup dolup taşan kim ?
Sonra içine kamp kurup şenlik ateşi yakan kim ?
Bu kendini yazıp yazıp şaşıran kim ?
Bu ruhunu en taşkın nehirlerde sakince, hiç korkmadan yıkayan kim ?
Hepsi mi ben ?

Ne içime sığabildim
Ne dışıma taşabildim..
Vazgeçmeden ...Korkmadan... Sabırla ..
Anlamaya çalıştım..
Meğer olduğum yerde dengede durabilmek içinmiş
Bunca koşu...
Durunca anladım..
Meğer tüm bunların hepsi tek bir Ben ‘miş
İçimdeki suya yansıyan o dupduru yüzden tanıdım..

********
Canım öğretmenim Semra’ya... “Bugün yoga mat’in üzerine kimi getirdiniz ?” sorusunun ilhamıyla yazıldı...

2 Nisan 2010 Cuma

EY KENDİNİ RUTİNLERDE ZORLAYAN İNSAN !

Ey kendini rutinlerde zorlayan insan ...

Zamanı geldiğinde yürüyüp yola devam etmek..buraya kadarki seyahatin yoldaşlarından ayrırmak adımları bir noktadan sonra....zamanı geldiğinde tanıdık mekanı bırakıp tanımadık olana geçebilmek...taşınmak , taşımak kendini sürükleye, sürükleye...zamanı geldiğinde terk etmek bilip de çok iyi yaptığın şeyleri....yıllanmış ezberleri silmek defterinden, silinmeyen izleri gerekirse yırtıp atmak...yatağın öbür tarafına bile kıvrılmayı yabancılarken , tutup uyumamak sabaha kadar arada bir ve sonra yüzünü başka bir yastığa yaslamak...yüzüne oturmuş çizgilere inat bir bebek neşesiyle emeklemek yaşamın orta yerinde ... yaşayıp bırakmak ve bir sonraki anı sonsuz bir ilgiyle kucaklamak... kendi kendini defalarca hayal kırıklığına uğratıp da, bıkmadan yola düşmek kendinin peşinden... seni tanımlayan herşeyi sıyırıp soymak üzerinden ve geriye ne kalırsa yüzünü ona dönmek ve bakmak derinden... ve bununla var olabileceğini anlamak..

Nasıl birşey olurdu ?

Ey kendini harekete zorlayan insan ...

Yorulduğunu bağıran bedenin, zihnin, ruhun seni yere çarpmadan , zamanı geldiğinde durmak yerinde.... hiçbir şey yapmadan durmak...sana gelen sesleri duymak... bilmiyorum'un, bu kadarı bana yeter'in, sağlık olsun’un, elimden gelenin en iyisini yaptım’ın olağanlığının gücünde dinlenmek...zamanı geldiğinde, içine kendini koyduğun tanıdık, tanımadık tüm mekanların aynı olduğunun ayırdına varmak... rutinin o boğazına dolanan denizci düğümü söküldüğünde, belki yine aynı insana, aynı şeyleri yapmaya , aynı mekana ve aynı dostun sıcaklığına yönelmenin basit gerçekliğiyle yaşamayı seçebileceğini anlamak....

Nasıl birşey olurdu ?

Ey kendini kaybedip kaybedip, yine kendinde bulan insan...

“Salatalığın en uç bağının usulca dalından kopuşu” gibi , keskin yargıların ağırlığından, geri dönülmez sanılan kararlardan, “düzgün, doğru, ahlaklı, kabul edilebilir, yeterli” olma tanımlarının boyunduruğundan ve arsız, doymak bilmez zihnimizin hiç durmadan yükselen çıtasının baskısından şöööyle derin bir nefes alarak özgürleşmek....

Zamanı geldiğinde bütün bunların oyunun bir parçası olduğunu görüp de nihayet tadını çıkartmak ....

Nasıl birşey olurdu ?

7 Mart 2010 Pazar

YAVAŞLA !

Yoga’ya duyduğum aşkın giderek büyümesi ve beni kendine doğru çekmesinin doyurucu, derin yaşantısına sahip olan ben, sevdiklerime de aynısını hediye etmek isterdim..Onlara “yavaşlamak mı istiyorsunuz ? Peki yavaşlamak için ne yapıyorsunuz?” diye soruyorum ...Arıyorlar... kendi çözümlerini .. Anlıyorum..

Beni yavaşlatabildiği ve iç sesimi dinlediğimde fark ettiğim sadelikte huzur bulduğum için yogaya gönülden bağlandım.....Her içe dönüp pozlara kendimi yerleştirişimde, yaşamla ilgili, kendimle ilgili çok ama çok basit gerçeklerle sakin sakin yüzleşebiliyorum.. Diyemem ki herşey öylesine berrak ve açık ki benim için, süper aydınladım ... Diyeceğim şu ki, ben kendimi anlamaya çalışıyorum ve yavaşlamadan, bu gürültü patırtının ortasında bunu yapamıyorum ...

Geçen hafta sonu dersinde çok sevgili öğretmenim şu soruyu sordu sınıfa, muhteşem bir yin/öne eğilme pozuna yerleşmişken bizler...”Yaşamımızda yeterince coşku var mı ?” “Yaşamımıza coşku getirmek için, biz ne yapıyoruz?” “Başkalarının yaşamına coşku getirebiliyor muyuz ?”

Her zamanki gibi, bu derin soruların etkisiyle kendimi iyice içine bıraktığım pozda, gözyaşlarım bir nehir oldu, yıkandım, yıkandım..Yıkadım ruhumu yeniden, sessizce, yavaş, derin, yumuşak nefeslerin dostluğu eşliğinde... Ve kendime soru sormaya devam ettim o sessizlikte...

Yaşamımda yeterince coşku var mı ?
Yaşamıma coşkuyu getirmek için ben ne yapıyorum ?
Yaşamımda inancı, coşkuyu, mutluluğu kafdağının arkasında mı arıyorum ?
İnancı, coşkuyu, mutluluğu
...nefesimin bulunduğu yerde, burada , şu anda
...sahip olduklarımın derin farkındalığı ve doygunluğunda
...başkalarının hayatına getireceğim inanç, coşku ve mutlulukta
bulabilir miyim acaba ?

Tüm bunları “burada” bulabilecek olmanın gerektireceği öz-disipline cesaretimiz veya inancımız yoksa ve kafdağına doğru heyecanlı  bir yolculuğa çıkacaksak eğer , yanımıza alacağımız üç şey ne olurdu ?

Sağlığımızı, sevdiklerimizi ve bizi sevenleri, yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizi, sahip olduğumuz , hayatımızı bizim için kolaylaştıran şeyleri, işimizi, mesleğimizi, yeteneklerimizi, gezip gördüğümüz yerleri, koklayabildiğimiz çiçekleri, kendi gözlerimizle görebildiğimiz gökkuşağını, seyredebildiğimiz yıldızları bu kadar kolay kanıksayıp , doğal bir şekilde hakedilmiş şeyler olarak , dikkate değer bulamıyorsak eğer, yanımıza alacağımız üç şey bunlardan biri olsa da (ki muhtemeldir), gözümüz orada da onların gerçek güzelliğini göremeyecektir büyük ihtimalle....

Cevap yaşamın başlangıcından beri değişmedi diyorlar... Kaybettiğimiz şeylerin kıymetini biliyormuşuz biz insanlar.. 7 sinde neysek, 70inde de oymuşuz biz aslında....ben buyum’cuymuşuz biri bizi azcık derinlerde gezintiye çıkardığında ... Coşkuyla peşinden gittiğimiz şeyleri elde eder etmez ilgimizi yitiriveriyormuşuz çoğunlukla...Çarpıyormuş önce kendimizle ilgili keşfettiklerimiz , ama ne yazık ki bir türlü saplanamıyormuş benliğimize, kalıcı olamıyormuş etkisi hayatımızda farkına vardıklarımızın ... Can çıkar huy çıkmazmış naaparsak.... Yapacak birşey yok diyorlar....

Öyleyse çok yazık... Öyleyse biz burda ne arıyoruz ?

Yapacak tabiki birşey var...en azından “bir” şey var... yavaşlamak...izlemek.....zihnin nasıl çalıştığını ve bizi nasıl yanlış yollara sürüklediğini anlamak... sonra, zamanla, o sade sessizliğin içinde, anların içinde var olan narin güzellikleri seçebildiğini deneyimlemek gözlerimizin ve yüreğimizin... Kafdağının ötesinde de burada olanlar vardır muhtemelen...farklı renklerde ve biçimlerde belki... burada olanları göremeyen gözlerin, orada olanları göreceğine inanıyorsak eğer, yaşamımıza coşku getirmek için biz hiçbir şey yapmıyoruz demektir...

Peki bunu bilerek kendimizi tekrarlamaya dayanabilir miyiz ?

Ben cevabımı kendi içime haykırıyorum... Siz de öyle yapın...

Sonra gelin birbirimize yardım edelim... Edebiliriz ...

12 Şubat 2010 Cuma

BURAYA YÜREĞİM GETİRDİ, ANCAK O GÖTÜREBİLİR...

Çok şey oldu... İçimizde de, dışımızda da...

Sevindik... Deli gibi sevindik hem de.... Üzüldük beraber, ağladık...Ele ele dolaştık sokaklarında aynı şehirlerin bazen.. Bazen ayrı şehirlerde yalnız adımladık sokakları, düşünerek...Kendi ayrı, apayrı yollarımızda yürürken, kendimizi aradığımızı biliyorduk aslında...Bazen unutttuk bunu, bir diğerimiz hatırlattı...İkimizin ortak anlarının, anılarının, ortak hayallerinin varlığı kadar, bireysel hayallerimizin, değişen ve bizi giderek daha yoğun çevreleyen ihtiyaçlarımızın varlığının da gerçek ve doğal olduğunu yadırgadık başta .. etrafın garipseyen bakışları altında kaldık....bazen telaşa, bazen hüzne, bazen umutsuzlığa, bazen öfkeye kapıldık....ama her durumda birbirimizin yanında kalmayı başardık... hem de en çok yollarımız ayrılıp da biz kendimizi, içimizin derin kuyularına kapatmışken.... anlamaya çalışırken olanı biteni....anladık birbirimizi, kendimizi tam anlamazken..

Birşeyler olacak hayatımda ve ben olacak olanı bekliyorum, diyorsun bana...Ne tuhaf , veya değil, ben de aynı şeyi söylüyorum kendime..bekle ve gör, diyorum ...sakin kal ve izle...sana da aynı şeyleri söylerken duyuyorum kendimi...birbirimize her zamanki gibi, belki daha çok, ihtiyacımız var çünkü...ilişkilerin form değiştirmesine hazırlamadı bizi yaşam çünkü.. çünkü, yadırganmak, yargılanmak , yalnız kalmak korkularıyla mücadele ederken içimizde, sevginin, hangi form içerisinde olursak olalım, asla yok olmadığına güvenmeyi öğrenemedik bir türlü..

Rutine , bizi öz renklerimizden uzaklaştıran, daraltan herşeye , en azından bir süre, mola vermek ve seyretmek doğal olarak akacak olanı.. kendi içimizdeki öz çağrıya korkusuzca ve incelikle kulak vermek.. .Tüm bunları yapabilmek için, içinde bulunduğumuz anın sadeliği içerisinde sessizce durmaya ihtiyacımız var...Gören göz kılavuza ihtiyaç duymaz aslında, eğer dikkatle bakabilsek...Kalbinin sesini dinle diyenler de doğru söylerler, gürültü patırtı olmadan o sadelik içindeki sessizliği dinlemeye cesaret edebilsek...Ve içimizdeki tüm iyi niyetlerin varlığından güç alıp, sevdiklerimizin gözünün içine bakıp, söyleyebilsek ne istediğimizi... incelikle....

Evet, çok şey oldu... İçimizde de, dışımızda da...ama en başta sevdik...çok sevdik hem de...kızsak da sevdik...kırılsak da... üzsek de sevdik, üzülsek de ..evli ama ayrı yaşamların içindeyken de, ayrı evlerde ama aynı yaşamın içerisindeyken de sevdik...arkadaşken de, yabancılaşınca da sevdik... çocuğumuz gibi de sevdik, sevgilimiz gibi de... anlasak da , anlamasak da sevdik...İyi de ettik...Sonra şöyle göğsümüzü gerip, karşımızdakine , "Bizi bulunduğumuz şu yere yüreğimiz getirdi, buradan da ancak o götürür" dedik...

Çünkü muhtemelen bu arada, kabul etsek de , edemesek de, farkına varsak da, varamasak da, çoook, hem de pek çok sevildiğimizi bildik....

* * * * * *

İnsana içindeki öz’le yeniden buluşma yolculuğunda rehberlik eden sekiz basamaklı yoga biliminin ilk iki adımı olan Yama ve Niyama’lar, evrensel yaşam prensiplerinin, erdemli, iç bütünlüğü yansıtan bir yaşamn özsuyu davranışların hayata geçirilmesini ve bunun için öz disiplinin geliştirilmesini öğütler.. Yama’lar arasında yer alan Satya , dürüstlüğü, sözünde, düşüncende, eylemlerinde öz’ündeki gerçek ile bir olup, o gerçekle uyumlu hareket edebilmeyi anlatır.... ve yoga, herşeyi ama herşeyi önce kendimiz için uygulamamızı öğütler... Kendine karşı dürüst ol der....Sözde basit gibi görülen bu söylemin, yaşamın akışı içerisine sağlam biçimde yerleştirilmesi öyle incelikler içerir ki...Örneğin bazen Yama prensiplerinin en başında gelen Ahimsa (sözde, düşüncede, eylemde şiddete başvurmamak, incitmemek) prensibiyle beraber yaklaşmak gerekir “dürüstlüğe”... Yani yeri geldiğinde sessiz kalabilmenin erdeminin üzerinde düşünmeyi getirir... Yukarıdaki yazıya Satya ilham oldu....

Bugün, kendi kişisel gelişimi için yıllardır didinip duran, gözlerimin önünde, içindeki potansiyeli dışarı çekip çıkararak evrilen, dönüşen, yılmadan bu yolda ilerleyen , en çok da, kendine dürüst olabilen dostlarıma yaşam sevincinin parlak kadehini kaldırarak teşekkür etmek istiyorum...Bana varlıklarıyla sağladıkları umut ve cesaret için..

7 Şubat 2010 Pazar

YAKININA YAKLAŞTIRMAK..

Yanımızdaki insanı ne kadar tanıyoruz ? Yoksa tanıdığımızı mı varsayıyoruz ? Bir gün yanınızdaki o insan size, “bir okusana bana ilginç geldi”, deyip bir yazı uzatsa….o yazıyı O’nun yazmış olduğunu anlayabilir miydiniz ?

Bunun çok zor olduğunu söylediğinizi duyar gibiyim… “Yahu bunun ölçüsü bu mudur” diyor kiminiz, biliyorum..”Bunu anlamamam O’nu tanımadığım anlamına gelmez”, diyorsunuz kiminiz… Evet , haklısınız….Çünkü her birimiz, birbirimize yakınlık, uzaklık sınırlarımıızı bilinçli ya da bilinçsiz, kendimiz çiziyoruz..ve sonra, işimize geldiği zaman, karşı tarafın bizi kitap gibi okumasını bekliyoruz..

Ben yazarken çok şey öğrendiğimi sanırdım… kendime dair… hayata dair… ama asıl en çarpıcı olanı ne zaman öğrendim biliyor musunuz ?.. geçenlerde... bir dostum sayesinde büyük bir farkındalık yaşadım... Ben yanımdakilere dönüp şunu sormamıştım hiç….. "Bende bunların olduğunu, bunları biriktirdiğimi sanır mıydınız ?" .. Bunu soran o bahsettiğim çok yakın dostumdu… bir yakınının kalbine sokuldu, ve yazdıklarını okudu…..

“……O’na dedim ki bak internette bir yazı buldum sana da okuyayım..çok hoşuma gitti. O da oku dedi. Ben de yavaş yavaş okudum kendi yazımı, sanki başka birininmiş gibi,. vurguları yaparak okudum, çünkü kendi yazımdı. Duraklamaları bilerek okudum. Yavaş yavaş. Kendi yazım ya, içinde birşeyler varmış gibi, okuyan da hissetsin diye düşünüyorum. Birinci paragrafı okuduktan sonra bana dönüp, yaa bunlara takılırsan daha neler var hayatta bu kadar takarsan kafayı yersin, dedi. Sonra tuvaleti geldiği için kalktı gitti. 5 dakka sonra geldi geri ve devam et dedi. Kaldığım yerden devam ettim.
Okudum, okudum. Sonra bana; yani iyi de karamsar ve vs vs vs şeklinde çok önemsemediğini gösterir şeyler söyledi. Aslında yazı bana dokunaklı geliyodu, belki kendi yazım diye..Ama ne anlatmak istediğini anlamak ya da derinine girmek istemedi. Bunlara takılınarak yaşanmaz deyip, internette aradığı şeye yardımcı olmamı istedi benden……Ben de diyemedim bu yazı benimdi diye. ama bu akşam diyeceğim ona, o yazı benimdi diyeceğim.. ne tepki gösterecek diye merak ediyorum…okuyacak mı sonuna kadar tekrar, yoksa önemsiz mi gelecek ona, merak ediyorum….”

Bu dostum bana bu olanlara ilişkin ne düşündüğümü sorduğunda , bu konuyu ilk kez tam anlamıyla ve etraflıca düşündüm… O’na şunları derken buldum kendimi :

“O’na yazdıklarını okut ve sonra de ki …dün okuduğum, benim yazımdı.... benim dünyama o kadar uzaksın ki, gözüne soksam bile duygularımı, artık beni anlayabileceğinden, sana kendimi yaklaştırabileceğimden, senin bana yaklaşmayı isteyip de bunu yapabileceğinden emin değilim ve kendimi ÇOK yalnız hissediyorum....de..
Sonra O'nu dinle... bakalım sana ne söyleyecek... Ben şimdi sana soruyorum...sen O’nun sana ne diyeceğini gerçekten, samimi olarak, kalbin pırpır merak ediyor musun ? Ediyorsan eğer, o zaman O’nunla bir şansın daha olabilir belki.... çünkü o zaman , eğer O senin kalbine yanaşmak istekliliğini sana hissettirebilirse ve çabalarsa .. SEN DE ona doğru içten gelen bir sevinçle , özlemle sokulabilirsin demektir...evet... sen de bunu yapabileceksin demektir...Kendine dürüst ol … Sen ne istiyorsun aslında ? “

Ben yanımdakilere dönüp “bende bunların olduğunu, bunları biriktirdiğimi sanır mıydınız” diye sormadım..Çünkü şimdi anlıyorum ki, benim yakınımdakiler...tabi eğer ben onları yakınıma yaklaştırmış isem… onlar yakınıma gelebilmişlerse…...belki yazılarımı isimsiz okusalar, benim yazdığımı anlamazlar, ama oradakine yakın şeyler hissettiğimi söylesem şaşırmazlar ve o yazıyla bir bağ kurabildiğimi anlayabilirler…Hele bana rağmen bana yakın durabilenler, ben bu soruyu sorduğumda, bana dönüp şunu söylerler herhalde .."Sen sanır mıydın Dicle?" .... yakınıma pek yaklaştırmadıklarım ise yazdıklarımı okuduklarında , bana şaşkın şaşkın anlamsız gözlerle bakarlardı herhalde….. yok , yok aslında tam da emin değilim...

Ben en yakınımdakilerin beni tanıdığını ve anladığını, uzağımda sandıklarımın da tanımadıklarını, anlamadıklarını varsaymıyorum artık…..sürekli evrilen, değişen, dönüşen kendimi ben tam olarak tanımaya , anlamaya çalışırken , artık sadece şu soruları soruyorum kendime …

---Yakın olmak istediklerimin beni tanıyacak kadar, beni anlayacak kadar, bana yardım edebilecek kadar yanıma yaklaşmalarına izin veriyor muyum ben ?

--Ve bu sonsuz gelişim yolculuğunda yollarımız doğal olarak ayrışıp da birbirimizden uzak düşmeye başladığımızda yargılamadan, içerlemeden, kavga etmeden kabul edip, kendi yoluma gidebiliyorum muyum ben?

Bize yaklaşma izni verdiklerimizin arasında, bizi anlayamıyor, yargılıyor, eleştiriyor vs vs vs olanların veya bizi zamanla anlayamama durumuna gelenlerin varlığını anlayışla karşılayabilme bilgeliğini, sanırım ancak bu soruları kendimize dürüstçe sorabilme gücüne sarılarak bulabiliriz içimizde…

Namaste !

1 Şubat 2010 Pazartesi

BENDEN VAZGEÇME

Ben vazgeçmedim seni aramaktan
Vazgeçmedim her seferinde kendi ayağıma dolanıp yerlere yüzümü , etimi, dişimi sürmekten
Kafamı her kaldırışımda başkasını gördüm bana el uzatan
Gözlerimi kapamadım
Kalbimi hiçbir kovanın dibini bulmadığı karanlık bir kuyuya dönüştürmedim
Bana uzanan o ele sarılıp hayata yeniden hep yeniden başlamaktan vazgeçmedim
Hayatın bana davrandığı gibi cömert davrandım sana da
Biliyorsun , sana da bana getirdiklerini getirdi yaşam
Seçenekleri
Ben vazgeçmedim onların arasında seni aramaktan

Sana seni getirebileceğimi bilerek çıkıyorum tüm bu yolculuklara
Ey güzel kendim
Ey benim güzel yüreğim
Sana bundan da güzel olduğunu anlatsın diye dünyanın evleri, ağaçları, yolları
Sen bazen kendine inanamazken, dünyanın insanları sana inansın da sen gör diye
Senin gözlerinden kalbinin tüm yollarının açıkça görülmesinden korkma diye
Yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum yollarda
Ama asıl sana giden yolları arıyorum
Ben vazgeçmedim seni aramaktan
Vazgeçtim sandığımda bile
Sen vazgeçtiğimi sandığında bile
Kimsenin değil hep senin , senin peşinden yeni yolculuklara çıktım
Sana doğru gelişime inan
Güven bana
Ey güzel kendim
Ey benim güzel yüreğim
Benden vazgeçme...
Benden sakın vazgeçme..

28 Ocak 2010 Perşembe

SENİN KANATLARIN VAR- 2

-Demek insanın kendine borcunu ödemesi lazım... Ne güzel, ama büyük laflar ediyorsun..
-Güzel ama büyük öyle mi ? Senden de mi büyük ?
-Beni entel derinliklere çekip boğacaksın yine... Ben sana gerçekleri soruyorum...
-Anlatsana senin gerçeklerim dediklerin neler..
-İşte yine beni kışkırtıyorsun..sahip olduğum herşeyi yerle bir mi edeyim istiyorsun ?
- Sahip olduğum dediklerin, seni mutlu edenler mi, yoksa kendini sonunda sahip olmaya mecbur bıraktıkların mı, ben sadece onu soruyorum..
- Kim söyledi mutsuz olduğumu ki sana... mutluyum ben genel olarak..Tabiki mutlu olmasam da sürdürmem gereken , mecbur olduğum bazı şeyler var.. ne varki bunda ? Hep mutlu olduğumuz şeyleri mi yapıyoruz sanki hayatta....
-Bizi mutsuz ediyorsa birşey, peki neden yapıyoruz aslında ? Mutsuz ediyor beni dediklerini zorla mı yaptırtıyorlar sana ?
-Tuzun kuru tabi senin, sadece içeriden dışarıyı seyredip ahkam kesiyorsun , yayılmışsın koltuğuna...Kışkırt sal sokaklara...Hani nerede evrensel sevgi, şefkat, hoşgörü bayrak bayrak yollara diktiğin?
-Senin içindeki kaynağı fark etmen için kışkırtıcı bir ilham gerekiyorsa eğer, evet, ben seni kışkırtabilmeyi istiyorum... o ilhamın ışığı altında durmanı ve içine o ilhamı yaratan sevgiyi, şefkati, hoşgörüyü doldurmanı diliyorum..
- Laf kalabalığı yapıp karıştıracaksın yine kafamı ..Çekip gideyim mi istiyorsun.. yıllardır kurduğum herşeyi bozmamı, elimdekileri yakıp yıkmamı mı istiyorsun ?
- Yakıp yıkmanı değil, durmanı ve bakmanı istiyorum.. yıllardır kendin için oluşturmakla uğraştığın düzenin ortasında dimdik ayakta durmanı ve, sormanı istiyorum...burada neden özgür hissetmediğini kendine sormanı istiyorum..
- Ne özgürlüğünden bahsediyorsun sen? Nasıl özgür olabilirim ? Verdiğim sözler, yapmam gereken işler, benden beklenenler, sorumluluklarım dediğim bitmek bilmeyen uzun listeler varken, nasıl özgürce kanatlarımı açıp uçabilirim ?
- Durmanı ve kendine sormanı istiyorum...sadece kaçıp gitmekle mi özgür olabileceğini düşünüyorsun ?
- Koşulları nasıl yok sayabiliriz ? Tamam kendimi gönüllü soktum belki bu koşulların bir çoğuna, ama.. ....
- Gideceğin o yer, her neresiyse, oraya , özünde zaten “korkusuz” ve “özgür”olan o adamı mı , yoksa “koşullara kurban” dediğin bu adamı mı götüreceksin ?...sadece kendine dürüst olmanı istiyorum...
- Sen ne diyorsun ya ? Bana korkak dediğinin farkında mısın sen ? İçimde oturup durduğun o yerden çıkıp da sen yaşasana bu hayatı ? Bakalım sen daha farklı yaşayabilecek misin ?
- Sadece içindeki tüm kimlikleri kabul edip, burada, bulunduğun yerde, “özgür”leşmenin, mutlu olduklarını yapıp, yaptıklarından mutlu olmanın senin elinde olduğunu anlamanı istiyorum....gitmeni değil, burada kalmanı ve mutluluğunu, özgürlüğünü koşullardan bağımsız burada, her zaman yaşayabileceğini görmeni istiyorum...
-Yoldan mı çıkarmak istiyorsun sen beni ?
- Hayır yola çıkarmak istiyorum.


Birkaç ay önce yazdığım bu yazıyı blog'uma, çoook uzaklarda, Tokyo’da, oturmuş hayatıma, tam istediğim gibi, büyük bir keyifle, “uzaktan” bakarken koymaya karar verdim....Bana evini, kalbini açarak, bu harika haftayı yaşamamı sağlayan , yola çıkan o güzel insanlardan birine, Canım Özlem’ime sımsıcak bir selam olsun...