27 Haziran 2010 Pazar

EĞLEN !

Gökyüzü

Havaya asılmış masmavi okyanus..

Yıldızlarsa, içinde yüzen balıklar..

Gezegenler bembeyaz balinalar,

Bazen sırtına atlayıp da gezindiğim..

Ve güneş ,

Güneşin tüm ışıkları ,

Eriyip , sonsuza kadar kalbime, tüm bedenime karışan ..

Bu çılgın oyun alanının sadece tek bir kuralı var.

Hafız’ın gördüğü her işarette,

Aynı şey yazar :

Hepsi der ki :

“ Eğlen benim sevgili dostum,

Benim sevgili dostum Eğlen !

Bu İlahi Oyun’da

Bu Harika Oyun’da”


******

1300'lü yıllarda yaşamış Sufi Şair Hafız'ın, ingilizceden çevirmeye çalıştığım bu şiirinin anlattığı gökyüzüyle yeryüzünün bir olduğu var-oluş haline, bunu sonsuz bir coşkuyla yaşamak isteyen yüreğinden taşan sevince ve herkesi buna katılmaya çağırışındaki basitliğe nasıl hayran kaldım...
Ruhuna selam olsun ve okuyan herkesin ruhuna yaşama sevinci dolsun !

20 Haziran 2010 Pazar

ANLAYAMIYORUM !

“ Babacım seni çok özlüyorum. Neden gittin. Bunu hiç anlamıyorum. Ama seni çok özlüyorum, hemde çok. Keşke gitmeseydin, burda kalsaydın. Bunu çok hemde çok isterdim. Keşke gitmeseydin
Berk Köseoğlu”

Berkçim,

Ben sana bakıyorum, seni izliyorum, senden öğrenmeye çalışıyorum. Böyle bir kaybın ardından hayata gücenmeden, başını eğmeden soru soruşunu, annene ve seni üzgün görmeye dayanamayan sevdiklerine içinde var olan o mutlak güçle destek oluşunu, özel günlerde seni saran kalabalıklar içerisinde, içini kemiren özlem duygusunu kendince huysuzlanarak söndürüşünü ve annem üzülmesin diye sınıfın bir köşesinde ağlarken sana soru soranlara yüzünü doğrudan kaldırıp sahici bir şekilde yasını yansıtışını ve “ babamı çok özledim ama annem üzülmesin diye evde ağlamıyorum.” diyişini...

Bunları nasıl yapabildiğini bilmiyorum.. Ben, seni ilk gördüğümde ne diyeceğimi düşünerek günler geçirdim. Gözlerinin içine nasıl bakıp da ağlamayacağımı ve sana kaybından dolayı duyduğum üzüntüyü nasıl anlatabileceğimi bilemiyordum.. Seni görünce anladım.. Anladım ki bunun analiz edilerek, düşünülerek anlaşılacak bir tarafı ve sana söylenecek en doğru söz diye birşey yok... Anladım ki, sadece sana sarılarak üzgünüm diyebileceğim.. Çok üzgünüm Berkçim.

Çok üzgünüm.. Bu yıl geçirdiğin tüm özel günlerde babanın yokluğunun görünmez bir yara izi gibi yüreğine işlendiğine tanıklık edeceğiz... Bu acıyla nasıl başa çıkacağımızı yine senin güzel kalbin gösterdi bize.. her birimiz ve toplu olarak hepimiz, acını yaşayışına duyduğumuz saygıyla sana sarılacağız ve seni sevgimizle sarıp sarmalayarak, babanı sevgiyle kalbinde kanlı ve canlı tutma çabana tek vücut destek olacağız..

Onun sana sevgisini bir kolyeye sarıp boynuna asışına,
mezar başında bize çektirdiğin resimlerle gerçek bir adreste var olduğunu kanıtlayışına, yanında gezdirdiğin fotoğraflarıyla, erken gitmesi gereken birine anlayış ve sevgi göstererek, bu dünya üzerindeki varlığını kutlayışına,
ve daha kimbilir harika bir evladın babasını hayata gücenmeden, başını eğmeden özleyişine ait nelere ortak olacağız...

Senin tek başına yapabildiğin şeyi, biz bir sürü yetişkin biraraya gelerek yapmaya çalışacağız aslında. Sadece evrenin tüm dengelerini içinde taşıyan senin gibi tertemiz bir çocuk , savaşmadan... üzülerek.... ağlayarak........ anlamaya çalışıp anlamayarak..... anlayamadığını görünce de uzatmayıp sessizce yaşamına kabul ederek... olduğu gibi.. savunmasızlığın saf ve sınırsız gücünü içinde taşıyarak yaşayabilir bu gerçeği...

Yaşamının her günü seni varlığının yüksek amaçlarına taşısın Berkçim..
Babalar Günün kutlu olsun Bülentçim.

****

2 yıl önce yazdığım bu yazıyı, bu hafta sonu yeğenimin, canım Berk’imin odasında babasıyla çekilmiş gibi görünen, fotomontajla yapılmış, geçen yılki sünnetinde çekilmiş bir fotoğrafını görünce yaşadığım derin üzüntü sonrası buraya koymaya karar verdim...Odasındaki panoda, yazımın girişinde yer alan metin , küçük bir kağıt parçasında, kendi el yazısıyla yer alıyor.. Tekrar okudum, her seferinde canımı yakıyor...Ağladım, içime ağladım...Ama sonra Berk’e baktım.. Hayatın ona getirdiklerini olduğu gibi kabullenmiş, yaşama sevinçle, sevgiyle tutunan canım, masum çocuğum benim...Bağrıma basıyorum, içime sokuyorum ve derinden seviyorum seni...

Sevgi herşeye iyi gelir..Hiç ertelemeden sarılalım sevdiklerimize...

17 Haziran 2010 Perşembe

BIRAKABİLİR İNSAN !

Vazgeçebilir insan
Ve vazgeçebilmek çok güzel birşeydir aslında

Kaybedebilir insan
Ve kaybettiğini görebilmek iyi birşeydir aslında

Yenik düşebilir insan
Yenilgiyle yüzleşebilmek sağlıklı birşeydir aslında

Yapayalnız hissedebilir insan
Ve yalnızlığın bize çarptığı an, yerden kalktığımız andır aslında

Kabul edebilir insan
yürümediğini, uygun olmadığını, beceremediğini, iyi gitmediğini
Kabul edebilir insan
Artık yapacak hiçbirşeyinin kalmadığı o çok keskin çaresizlik noktasını
Kabul edebilir insan
Hırsların, dürtülerin, arzuların ve tutkuların esiri olduğunda kendinin en güzel halini gücendirdiğini
Kabul edebilir insan
Büyümemiş taraflarının karanlık gölgelerinin onu takip ettiğini
Ve kabul edebilmek bırakabilmenin başladığı yerdir aslında
Ve bırakabilmek serbest kalmaktır aslında

Bırakabilir insan
Kendini, korkularının durmadan sıktığı halatlarından serbest bırakabilir
Bencilliğini, sadece kendini koruyup gözetmeyi bırakabilir
Arzuladığını elde edememenin yüküyle hırslanıp da kendiyle kavga etmeyi bırakabilir
Sevdiğinin boynuna geçirdiği beklentilerinin kemendini serbest bırakabilir
ve sonra onun kollarında kendini güvenle an’ın keyfine bırakabilir
ve sonra onun gözlerindeki aynaya bakıp da , kendini, kendinin en güzel halini seyre bırakabilir
evet... bırakabilir insan.. bırakabilir..

5 Haziran 2010 Cumartesi

ATEŞİM DE, SUYUM DA BENİM İÇİMDE !

Söyle ruhum öylece söyle
Olması gerekeni zorla kendime kabul mu ettirmeliyim, yoksa
Içimi yanıp tutuşturanla savaşı terk edip, kendimi onun ateşine mi bırakmalıyım
Güvenli bir köşe bulup, kendimi alıştırıp, yerleşmeli miyim orada ?
Yoksa senin dediğin gibi, sonunda ne olacağını uzun uzun hesaplamadan, sırt çantamı yüklenip, yürümeye mi başlamalıyım
Yürümeli, yoluma çıkanı yaşayıp, damarlarımda mı hissetmeliyim
olan’ı olmayan'ı,kalan’i giden’i, duran’i değişen’i …

Ateşim de içimde benim
Yaşamımı tutkuyla canlı tutan, etrafıma ve bana ışığımı veren ateşim,
Suyum da içimde benim
Hararetimi dindirecek, kana kana içeceğim bazen ve içimi serinletecek,
Beni hayatın şaşırtıcı yolları arasında bazen sakin , usulca, kolayca, bazen gürül gürül , coşkuyla gezdirecek
Söyle ruhum usulca söyle
“Olan” i kabul edersem yanıp kül mü olacağım
“Olması gereken” de durdurursam zamanı, içimin derin sularında çırpınarak boğulacak mıyım
Ya , yanmaktan ve boğulmaktan başka seçenekler de varsa
Ya yaşamı bırakmak, ne yanmak, ne boğulmaksa ..

Ateşim de, suyum da,
Havam, toprağım, boş'luğum da
İhtiyacım olan herşey
İçimde benim.
Söyle ruhum açıkça söyle
İçimdeki tüm bu malzemelerden güzel bir sofra kurulur mu sence?
Malzemelerin dengesini tutturmanın hünerine henüz erişmeden hem de..

Evde “olan”ları birbirine kontrolsüzce boca etmeden
Usul usul karıştırmak yemeği, tatmak arada bir, nesi eksik, nesi fazla bakmak ve
Sonra diğer malzemeleri azar azar eklemek belki
Buna rağmen yine de lezzetli olmadıysa, yeni bir tencere daha kaynatmak öğrendiklerinle
Yaşamak içimizdeki tüm malzemelerden büyük bir ziyafet hazırlamaksa eğer
Tarifleri de yine bizim içimizde
Çünkü, herkesin sofrası kendine özel ve şahane !

İşte bu sofralarda oturalım,
Yiyelim, içelim, ağlayalım, gülelim, susalım, dinleyelim, anlatalım, söyleşelim, el uzatalım, ele uzanalım , affedelim, af dileyelim, sevelim, sevilelim.
Yaşamı bırakalım, bırakalım “O” olsun..