28 Mayıs 2010 Cuma

BENİM ELİMDEKİ FENER !

Farkındalık hayatın gerçeklerini, acıyı, kayıpları, üzüntüleri yadsımaz... Farkındalık coşkuyu da, o anın içinde , burnumuzun dibinde bulunan, ama göremediğimiz güzellikleri , fırsatları da yadsımaz... O, acının, kayıpların, üzüntünün de var olmasına izin verir, coşkunun, sevginin, ümidin de... onlara direnmez, onlardan korkmaz, ama aynı zamanda onları dönüşüme de uğratır… O, herşeyi kabul eder , sessizce kabul eder ve herşeyi dönüşüme uğratır... Kolay olmalı aslında değil mi ? Olmadığını , “farkında olmadan yaşamak” ve “farkında olarak yaşamak” arasında bilinçli bir tercih yapmamız gerektiğini, eninde sonunda anlarız... yogayı da, farkına varmak için yaparız aslında..

İçimizdeki yol , her zaman aydınlık değil... hatta çoğu zaman değil.. Öyle çetrefil bir yol ki, giresi gelmiyor çoğu insanın kendi içine..oysa kurtuluş, o yolculuğu içtenlikle kabul etmekte… Özünde hepimizin istediği mutlu olmak değil mi ? Ve biz bu mutluluk haline, ancak olabileceğimizin en iyisi kadar iyi bir insan olarak erişmez miyiz ?

“Ben daha iyi bir insan olmak istiyorum” diye yineliyorum durmadan kendime, içimin daracık sokaklarında yürüken.. Elimde bir fener… Kapılara varıyorum.. Açıp bakıyorum, neler saklamışım buralarda..

İşte şurda duran , etrafımdaki insanların benden beklentileri ile ilgili kendime uydurduğum hikayenin “zehirli elmasını ısırdığım” yeri değil mi ? Yanındaki , kendimi takatsiz bırakacak kadar yorduğum bir döneme ait çığlıklarımın üst üste gelip yumruk yumruk omuzlarıma, sırtıma ağrı olup oturduğu zamanlar değil mi ?

Şurada gördüğüm ben’in, gözünden akan yaşların durmamasının sebebi, yıkanmaya ihtiyaç duyan ruhunun onu durdurmak için mecburen musluğu bozmak zorunda kalmasıydı. Yan odada bacaklarını duvara kaldırmış yatan ben’i kendinden geçiren düşen kan basıncı değil, ihmal ettiği, görmezden geldiği en derinden yükselen yükselen yükselen ve infilak eden kendi öz istekleriydi. Ne zaman bas bas bağıran öz-ihtiyaçlarını göz ardı etse, vücudu onu ruhunun yanına çağırmıştı çünkü.. Tek bildiği yol buydu vücudun.. kulak kabartıp dinlense, neler söylüyordu bilge vücut insana.. Bu dünyadaki evimiz, tapınağımız olan vücut..

Farkına vardıkça, daha derinden , daha derinden gelen bir sesle “ben daha iyi bir insan olmak istiyorum” diye yineliyorum kendime, ilerlerken…Öğreneceğim… Öğreniyorum…

O odaların bazılarında korkusuzca hayatın akışına katıldığımda karşıma çıkan mucizelere de rastlıyorum… Kendimin bayıldığım yanlarını görüyorum….O odaların içi nasıl aydınlık… ben nasıl gülümsüyorum, nasıl hafifim, nasıl güzelim.. seviyorum, çooooook….. seviliyorum, çooook….

Benim elimdeki fener, yoga... kendimin tüm hallerinin üzerine tuttuğum ışığı, öz varlığımdan gelen ve benim tam kavrayamadığım, kavramaya çalıştığım o sonsuz ışığın yansıması aslında....

Her birimizin “en saf” , “en iyi” haline ulaşma yolculuğu bence yoga.. “Bilge, saf ve özgür” olan halimize.. Oraya ulaşmak için çıktığımız bu yolculukta yapmamız gereken tek şey izlemek ve farkına varmak.. Dikkat etmek, fark etmek, engellerimizin nerelerde olduğunun farkına varmak ve onları yavaşça, usulca, sessizce daha iyiye, daha güzel olana, daha faydalı olana doğru dönüştürmek.. Sadece kaslarımızla, kemiklerimizle, eklemlerimizle değil ama oradan başlayarak derinleşmek ve varlığımızın tüm katmanlarını derinden kavrayarak , varlığımızın üzerindeki tüm kılıfları birer birer kaldırarak, o saf halimizle tanışmak yeniden.. “Daha iyi bir insan olmak” bizim içimizde var zaten...İşte oraya gitmek....

Ama orayı geçmişe giderek bulamayız, şimdi’ye gelerek buluruz... Olan’ın olmasına izin verdiğimiz, yaşamı sevinçle, coşkuyla, olduğu gibi yaşadığımız şimdi’de...Ağzımız sürekli kulaklarımızda değil de, yüzümüzde dingin, anlayışlı, yumuşak bir gülümseyiş belki bazen..Yoga Sutra’larda elmas gibi sağlam (diamond hard) bir vücuda sahip olmaktan bahsedilir..Yoga dergilerinin kapaklarında gördüğümüz o müthiş esnek, sportif vücutlardan değildir elmas gibi sağlam vücut.. Hayat yolunda yoluna çıkan herşeyi hakkıyla yaşayan, herşeyi güvenle , korkusuzca karşılayan vücuttur elmas gibi vücut.. Hiçbirşeyi, hiçbir durumu dışlamadan olana, akışa kendini güvenle bırakabilen vücut..

Sizin elinizdeki fener ne olursa olsun, onu alın... Yola çıkalım, her birimiz tek tek ve ama, hep birlikte...Dikkatle bakmamız ve hoşumuza gitse de gitmese de, bize ait olanı görmemiz ve “daha iyi bir insan olmaya” doğru dönüşümü başlatmamız lazım... Çünkü buna ihtiyacımız var...Tüm alışkanlıklarımız, tekrar’larımız, korkularımız, su yüzüne çıktığında, onlara bakıp, hangilerini hayatımızda tutup, hangilerini tutmayacağımıza karar verebiliriz.. Kendimize sorabiliriz : “ Bu davranış, bu düşünce benim için, bu yolda ilerlemem için faydalı mı ? Kendimin en iyi versiyonunu yaratmaya doğru dönüşürken beni geriye mi çeker, ileri mi taşır ? Bundan öğreneceğim dersi öğrenmeye cesaretim var mı ? Bana acı vereceğini sezsem de, öğreneceklerimi öğrenip yoluma sonra daha güçlü devam edebileceğime inancım var mı ? ”

Yolda ilerlerken zihnimizin, egomuzun peşinden giderek yaşayacağımız hayal kırıklıkları, öfke, huzursuzluk, kaybolmuşluk, yetmeme, yetinememe gibi duyguların hepsinin farkında olarak , onları dışlamadan, onları görmezden gelmeden, onlardan kaçmadan, içimizdeki tüm o sesleri duyarak, şefkatle, sabırla, inançla yola devam edelim...İçimizden yükselen iyi sesleri de katalım yanımıza...ayırt edecek ve seçebileceğiz zamanla , bıkmadan denedikçe... Tüm seslerin tek bir yerde, şu anda, şimdi’de toplanıp, tam ve bütün hissettiğimiz, yaşamı coşkuyla, olduğu gibi kabul ederek yaşadığımız, o “hayat dolu” yerin dinginliğinde birleşmesine izin verelim.. şüphenin belini kıracağız, deneyip mümkün olduğunu gözümüzle gördükçe..

Bizim içimizde zaten çok “iyi bir insan” var ... yaşamak oraya doğru yürümekten başka nedir ki ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder