14 Mayıs 2010 Cuma

KENDI FIRTINAMIN ORTASINDAKİ GÖZ !

Düşünsene...bir buluta yalvarıyorsun, beni de yanında götür diye... Bulut sana gülümsüyor, o gülümseyişte anlayış var... belli ki bu onun çokça duyduğu sıradan bir yakarış...seni tabiki yanına almıyor... gelip geçiyor ve sen ardından ona öylece bakakalıyorsun....kızıyorsun... bir buluta hem de ...ve o kızgınlığa asılı kalıyorsun.....oysa sen o kızgınlığa saplanıp kalmışken ne bulutlar gelip geçiyor üzerinden .... gökyüzü ne şekillere giriyor... ne yağmurlar yağıyor, yıkanabilirsin oysa... ne güneşler açıyor, göğsünü ısıtabilirsin sıcaklığında....hiçbirini fark edememiyorsun... yazık..hem de ne yazık...

Yaşamımda neleri kaçırdığımı da, nelere sahip olduğumu da yavaşladığımda fark ediyorum...sanırım yavaşlamak korkularımının karanlığına bir tutam ışık olup sızıyor ve her yer aydınlanıyor da ondan... arı kovanına çomak sokmak gibi görünse de başlarda, sonradan anladım ki, tüm bunların üzerine çıkabilip, kendimi kendime “tüm çelişkilerimle” yakın hissedebildiğim anların toplamı kadar doyurucu yaşam... kendi fırtınamın ortasındaki göze yolculuk yapıyorum çünkü ...

Bazen öğrendiğimi sandıklarım gelip gelip ayaklarıma dolanıyor, kendime eşşek yüküyle kızıyorum.... ulan diyorum o kadar okudun, yazdın, konuştun , ayıp be kızım...yazıklar olsun be kızım...öğrenemedin mi hala....buluta da kızıyorum beni alıp götürmedi diye... sanki götürseydi herşey hallolacaktı....olana kızıyorum.. olmayana kızıyorum....kızgınlık oluyor sana etraftaki herşeyi kendinden ötelere itme ... etraftaki herşeyi kendinden ötelere itme oluyor sana yakıcı bir yalnızlık.. o yalnızlık oluyor sana derin bi üzüntü... o üzüntü oluyor sana yoğun bir çaresizlik...sonra o çaresizlik oluyor sana tükenmişlik....o tükenmişlik oluyor sana koskocaman bir boşluk...

Boşlukta yüzüyormuşum gibi olduğum o zamanlarda da kendime sorduğum binlerce sorudan yorgun düşünce, tek bir soru sormaya karar veriyorum : seni ne mutlu ediyor ? seni ne mutlu edecekse onu yap...

Allahım, bu ne kadar küçük, ne kadar basit bi sorudur.... cevabının da işte o kadar küçük ve basit şeylerde olduğunu bilen ruhum boşu boşuna nasıl da hırpalar durur kendini...

Sadece yavaşladığımda, kendimi sevmeden , kendime anlayış göstermeden , sabırla o göz’de kendimle buluşmadan beni mutlu eden şeyleri seçip ortaya çıkaramayacağımı anlıyorum... kendime kızgınlığa, hayal kırıklığına düştüğümde , sanırım işte bu yüzden, yerden kalkıp , tektar tekrar ,en baştan başlıyorum...

Denemeye..
İçerlemeden serbest bırakmayı ...
Kırılganlığın getireceği samimiyetteki cesareti ...
Kendine sebepsiz yere dürüst olmayı ...
Öylece akış’a, oluş’a, olmayış’a güvenmeyi ...
Paylaştıkça orantısız , çığ gibi çoğalan şefkati ...
Yargılamadan, varsaymadan , içindeki sesleri susturup da dinlemeyi ...
Duyduklarını kabul etmenin boşluğunda bütünleşmeyi...
İncitmeden dürüst olmanın getireceği, kendine yönelen yüksek sadakati.....
Sevmeyi , ve formu değiştiğinde sessizce bu yeni formun içine yayılışını korkmadan izlemeyi
Basit, uzun ve derin suskunluğun anlatıklarının yumuşak omuzuna yüzünü dayayıp dinlenebilmeyi
Karşılığında hiçbir şey beklemediğin an sana gelen şeyleri görebilmeyi
Denemeye...
Bıkmadan, usanmadan denemeye başlıyorum...

Kendi fırtınamın ortasındaki göze olan özel yolculuğumun saf bilincine kavuşmayı...
Tümüyle “uyanık” bir halde yaşamanın derin sessizliğinin içindekini duymayı.....
Bu yolculuktan beni geri düşürecek şeylerin tekrarından uzak durmayı denemeye başlıyorum..
Unutup unutup...Tekrar tekrar..
Ama içimden , çok derinden zaten biliyorum ki.... aynı yerden başlamıyorum....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder