29 Kasım 2009 Pazar

HİÇBİR ŞEYİN SAHİBİ OLMADAN, SEVGİYE AİT OLMAK !

Birbirimizin hayatına bir sebeple gireriz... yaşam bir noktada buluşturursa eğer bizi, hayat dersimizi öğrenmede birbirimize yardımcı olmaktır tek sebebi... her neyse öğreneceğimiz , onu öğrenmeye giden yolu ararken, kimi zaman ayna oluruz birbirimize...kimi zaman ışık tutarız birbirimize karanlık yollarda... bazılarımız fener olur, deli dalgalarla boğuşsa da gemimiz, mutlaka o dingin limana girecektir, o fenere güveniriz...bazen birbirimiz için ihtiyacımız olan o heybetli engelleri, o büyük zorlukları, o dayanılmaz sandığımız acıları yaratırız ki , sonunda biz onların gerçek özünü fark edip, üstlerinden bir nefeste atlayıp, öbür tarafa geçebilelim.. beyaz taş duvar gibi önümüze dikilen şeyin, yoğun bir sis olduğunu hissedebilelim ve korkusuzca bizi o sisin içine girmeye cesaretlendiren sesi duyabilelim içimizde..

Yollarımız kesişir, o limanda dinlenir, o yerleşkede zaman geçirip öğrendiklerimizi iyice yaşamımıza katar, benliğimize dokuruz...Başka başka dersleri öğrenmek için tekrar yola koyulma vakti geldiğinde ise, bağımlılığın düğümünü boynumuzda buluruz... bu düğümle boğulmak da, boğmak da mümkündür ...sahip olduğumuzu sandığımız, bize sahip olduğunu düşünen tüm insanlar, şeyler, olaylar üstümüze çullanır...İlle de yaşanacaksa , nezaketle yaşansın bari deyip mutfağa gireriz..

Sofralar kurarız...kalabalıkları buyur ederiz soframıza...hadi konuşalım deriz, açıkça konuşalım, konuşmalıyız.. zihnimizin vicdan veçhesi gelir kurulur sofraya... ahlak veçhesi masadaki yargıç olarak erkenden gelip başa kurulmuştur çoktan....Öfke dimdik ordadır...Haksızlığa uğradım hanım siyahları giymiş, sızlanmaktadır.. O da gelmiştir, Bu da gelmiştir... herkesler oradadır her nedense.....herkes işi gücü bırakmış gelmiş gibidir..

Bağımlılığı bağlılıktan, sahip olmayı ait olmaktan ayıran şeyin ne olduğunu senin zaten bildiğini fısıldar o ses sana... derinden sevmeyle oluşan o bağın farklı formlar alsa da zamanla, asla yok olmayacağını senin zaten bildiğini söyler o ses sana .... sakın inancını sorgulama diye fısıldar o ses sana....

Masa da, sesler de kalabalık, sen karşındakine bakarsın... Onun sana söyleyeceklerini duymamayı dilersin ama, O söylemeden çok önce , içinde duyarsın.. “Benim önümü açan da, bu yol’a girmeme sebep olan da sendin.. şu işe bak ki, o yol’daki engelim de sensin şimdi...senden bana yardım etmeni istiyorum ...benim , bu öğrendiklerimle daha başka neler yapabileceğimi görmem lazım”

Omuzumuza gelip konan o harika güvercini kafese kapatmak değildir başta niyetimiz... sadece azıcık daha onunla kalmanın keyfini sürmeyi istiyorum desek de kendimize, bizim ne istediğimize değil de, onun neye ihtiyacı olduğuna bakabilecek, onun söylediklerini duyabilecek kadar cesaretimiz varsa aşka, o zaman şefkatle bırakabiliriz onu kendi ritmiyle öğreneceği şeylere doğru uçmaya ... bırakılmayı nezaketle isteme cesareti gösteren o görkemli ruhu kutlarız coşkuyla....

Bıraktığımız, bizi bırakan şeylerin sevgi değil, bizi azaltan, daraltan , kanatan kancalarımız olduğunu görmemize yardım eden saf , beklentisiz , gölgesiz aşk’a selam dururuz her sabah, hayata gözlerimizi şükranla, merakla açtığımızda... hiçbir şeyin sahibi olmadan, sadece sevgiye ait olma bilgeliğini sunsun diye yaşam bize, dua ederiz her gece ...

Ruhun ayırt edişine güvenip, zamanı geldiğinde gerekenleri yaşayabilmenin de, yaşatabilmenin de, bırakıp gidebilmenin de, gitmesi gerekeni serbestçe uçmaya bırakabilmenin de , adımları bozup, sil baştan yapabilmenin de hakkını vererek , incelikle yaşayacak güce sahip miyiz, diye soruyorsanız kendinize siz de.....o zaman gelin, sofralar kuralım hep birlikte... maharetimize şaşıralım, şaşırtalım keyifle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder